Geçen yıl bu günlerde Acıbadem’den Tuzla’ya taşınmıştım. Kendimi gurbette hissediyordum. Bahçede kar topu oynayan, kardan adam yapmak için yuvarlayan çocukları seyrederek teselli buluyordum. Keşke bu tatil günlerinde kar yağsaydı da yine çocukların neşesini görseydim. Sait Faik’in hikâyesini bilirsiniz. Onun gibi. Sabah sabah dilime dolandı: “Hişşt!” Allah Allah. Elinizi kulağınız hizasına kaldırıp, parmaklarınızı lambadan tutar gibi sağa sola çevirmeyin. Üşütmedim. Paraya kıyıp klimayı sonuna kadar açtım ev sıcak. Ya bu “hişşşt, hiştt!” ne ola? “Kar yağıyor yağıyor, Abamı giyeceğim. Sakallıya varıp da, Baba mı diyeceğim. Oğlan mavilim oğlan, Sözüne de kavilim oğlan. Enişte bana “hişşt!” demiş, Yalan sevdiğim yalan. Şimdi türkülere tekrar sarmanın anlamı yok. “Hişt”i de, “pişt”i de geri kalsın. Bugün şiir günü. Hep yazarım: Adam, evinin damındaki karları kürümekte, anası da oğlu üşür hastalanır diye kaygılanmaktadır. Birkaç kez, aşağıdan seslenir: “Oğul yeter artık. Üşüyüp hastalanacaksın.” Adam aldırmaz, damın başında oyalanır. Yaşlı kadın kundaktaki torununu kucakladığı gibi, getirip karların üzerine bırakır. Bunu gören adam: “Ana, ne yapıyorsun? Delirdin mi” diye damdan inip yavrusuna koşar. İşte bunun için: Sivas’ta “Ben yanarım yavruma. Yavrum da yanar yavrusuna” derler. Şans adını verdiğim bir şiirim vardı, şöyle bitiyordu: …”Çıktılar damlarını kürümeye, Toprak damlarını Konular komşular... “Bre Hasan” dedi Osman, Bir hoş, keyflice; “Şeker olsaydı yağan, yağan kar, İnceden ince...” Bir acı gülümsemeydi Hasan’ın dudaklarında yayılan; Ağzından püskürürken buhar, Karşılık verdi üzgün, manidar: “Hiç buralara yağar mıydı Şeker olsaydı kar! ...” Eskiden köylünün kasabalının toprak damlarında muhakkak iki araç vardı. Biri kar kürüme küreği, diğeri “loğ” taşı. Biri ile kış günleri her gün damda biriken karlar kürenir. Diğeri ile yağmur sonları kabaran damın toprağı pekiştirilir. Yoksa yağmur suları evin içine damlardı. İlk kitabım, Cenap Şehabettin olmuştu. Üniversitede “Yeni Türk Edebiyatı” sertifikası alabilmek için çok uğraşmıştım. O nedenle Servet-i Fünun dönemini ve Cenab’ı iyi öğrenmiştim ki, kitabını yazmıştım. Onun Elhan-ı Şita şiirini çok severdim. Bir gece saatini düşünün. Pencerenizden sokak lambasını seyrediyorsunuz. Kelebekler gibi lapa lapa kar yağmakta. Sokak lambasından yayılan ışığın altında karlar bazen savrulmakta, bazen yorgun düşmüş gibi iri iri uçuşmakta. Ben karın hareketlerinin ritmine bağlanmış gibi Elhan-ı Şita’yı (Kış musikisi) mırıldanmaktayım: “Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş, Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi karlar Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar… Ey kulûbün sürûd-i şeydâsu, Ey kebûterlerin neşideleri, O baharın bu işte ferdâsı Kapladı bir derin sükûta yeri Karlar Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar. Ey uçarken düşüp ölen kelebek Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek Gibi kar Seni solgun hadîkalarda arar; Sen açarken çiçekler üstünde Ufacık bir çiçekli yelpâze, Nâ’şun üstünde şimdi ey mürde Başladı parça parça pervâze Karlar Ki semâdan düşer düşer ağlar Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; Küçücük, ser-sefîd baykuşlar Gibi kar Sizi dallarda, lânelerde arar. Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân! – Son kalan mâi tüyleri kovalar Karlar Ki havada uçar uçar ağlar. ………” Kar musikisini en güzel anlatanlardan biri şüphesiz ki Yahya Kemal olmuştu: “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; / Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. ...” Tekrar döneyim Anadolu’ya: Her şey bir yana, Anadolu’da kış, hayvanlarının samanı, yemi az olan, yeygisi yiyeceği kıt olan, odunu, kömürü, ayağında ayakkabısı, sırtında paltosu, mantosu olmayanlar için erken gelen, geç giden bir mevsim. Şarkışlalı Serdarî, 1900’lü yılların başından bir durum tespiti yapıyor: “ …..Sekiz ay kışımız dört ay yazımız Açlığından telef olur bazımız Kasım demeden buz tutar özümüz Mayısta çözülür gölümüz bizim ….” Halk şiirimizde kışın iki yönü vardır. Birinci yön karamsarlığa gider ki, ömrü kış eyler. Ömrün sonu kıştır. İkincisi umuttur. Kışın sonu bahardır. Bahar yeni aşklara gebedir. Şu sözü internet ortamında buldum. Kim demişse güzel demiş, galiba dün de yazdım: “Hani kardelen göğe aşık olur da kafasını karın altından çıkarır ya, Zemheri yüreğim der ki; yüreğinde kardelen kadar cesaretin yoksa, sakın aşık olma.” Biraz da kar ve kışlarla örtülü şiir ikliminde gezinelim: Küçük bir kasabadaki karlı günleri anlatan Necati Cumalı şiirini şöyle bitirmiş: “Sen sıcaktın yataklar sıcak Pencerende aydınlık kar Ateşim kömürüm esmerim benim O günlerin tadı başka nerde var Gençtik âşıktık deliydik Seviştikçe ağardı karanlıklar Bunca dağın karlarını erittik “ Çocukluğumuzda kar, yılın altı ayında birlikte olduğumuz, hayatımızın bir parçasıydı. Okulların tatil olmasıyla, kartopu, düşmeler, kaymalar, kardan adamlarla oyun, bir sevinç kaynağı olurdu. “ Kömürden gözlerine / Değince bir genç kızın bakışı / Eridi yüreği / Kardan adamın” dizeleri, bir yabancı şairin ama kim olduğunu hatırlayamadım. Yalınca bir dağ-başında, Ellerime kar yağıyor.. Yazın yaz, kışın kış tanrım, Bu ne mayalanış, tanrım; En güzele, en korkunca, Teselliler sonu, bunca, Gökyüzünde unuttuğum Ellerime kar yağıyor… Bu yapraktan ince canlar, Bu kubbe kubbe ezanlar. Bu dualar, rahmet rahmet, Aşk, ışıtan can-evimi, Bu başlangıç, bu nihayet, Bu gördüğüm düş benim mi? Nice dillerin telâşı? Tekmil bir geceye karşı, Alev alev gözlerimden, Ellerime kar yağıyor.. ……….” Bunları dize dize söylüyor Feyzi Halıcı. Ceyhun Atuf Kansu gibi bir ışık özlemiyle gökyüzüne bakıp: “Tam bana göre bu hava / Bekliyorum kar yağacak / Bulutlar indi inecek,” diyebilirsiniz En güzel kar şiirlerinin birisi bin bir anıyı çağrıştıran Ahmet Muhip Dranas’ındı: “Kardır yağan üstümüze geceden Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, Ormanın uğultusuyla birlikte Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte Kar yağıyor üstümüze, inceden. :::::::::::::” Cahit Sıtkı Tarancı. kar’la kendini eş tutmuş: “Yağan beyaz bir sükut, bir mahşerdir sanki kar!” bir hicret sev-dası gibi ruhunu sarmış ve kaynaşırmış: “ Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.” diyor. “Karın içinde yanan karı anlamak” ancak Sezai Karakoç’u anlamakla mümkündür. Kayahan kar taneleri şarkısını söylerken; “Yollar benim umudumdur / Yolları kapatmayın / Yağmayın yollarıma / Durun kar taneleri” diyordu. Kar taneleri, şairlerimize esin kaynağı olmuş. Nazlı birer gelin gibi süzülürler yere. Göğün ve Güneş’in elçileri gibidirler. Her birinin ayrı bir geometrik şekli olduğu söylenir. Neşesini duyumsarız. Melankolik bir manzara oluverir.