Şiir kasetleri ve şiir geceleri henüz başlamış sayılırdı?
Erzurum´dan bir davet aldım. İlkti, bir şiir gecesinde şiir okuyuşum. Üniversite´nin başını tuttuğu bir etkinlikti galiba, o günün gençlik dernekleri de işin içindeydi.Sinema salonu ful doluydu. Beşir Ayvazoğlu ile ilk orada tanıştık ve bir müddet dolaştık şehirde. Mihmandarım Hakkı Aydın hoca idi, beni o karşılamıştı. Çok maceralı bir yolculuktu ve hâlâ hatırlar gülerim.
Merhum Orhan Okay hoca gecenin açılış konuşmasını yaptı. Harika bir konuşmaydı. Konusu, şiire görselliğin ilave edilmesinin ve müzik eşliğinde, salonlarda şiir okumanın doğruluğu ve yanlışlığı üzerineydi. Hoca, hüküm vermedi ama problemi tam anlamıyla ortaya koydu. Şimdi bile konu, layıkıyla bu düzeyde gündeme gelmedi. Şiir artık politik vıcıklığın ve kültür sektörünün; sahnedekiler de kültür işletmeciliğinin birer parçasıdır. Bu konuda sonradan çok acı iki tecrübe daha yaşadım, artık yaşamaya gerek kalmadı. Şiir, piyasa toplumunun jeneriğidir artık. Hocamızın o gece açtığı tartışma keşke ciddiyetiyle sürdürülmüş olsaydı.
Yanımda elbette akran kuşaktan Recep Toparlı vardı ve hemen arkamızdan gelenlerden Turan Karataş. Gençken iyiydik. Bizi bağlayan bir ?dinimiz? vardı ve ?dünyevî? olanın ekseriyeti bu kadar yabancılaştıracağını o günlerde asla tahmin etmezdim. Hakkı hocanın evinde akşam toplandık ve Orhan Okay hocamız da teşrif etti, gecenin yorgunluğunu o sohbetin diriliğiyle atmıştık. Okuduğum şiirle ilgili bir hususu sordu, yadırgamıştı; anlatınca ve çantamdan şiiri çıkarıp gösterdiğim şiirin mazmununa bakınca tebessüm etti. Şiir, has oda işi imiş; sahne işi değil! Esaslı sohbet konusu da doktora öğrencisi Turan Karataş´ın sonradan yayınlanan tezinde savunduğu görüş idi? Tezde şimdinin sayın genel müdürü Karataş, ?Şiirin iki tür olduğunu, bir kısmının okumaya ezberlemeye elverişli, bir kısmının ise yoğunlaşmak gerektirdiği?? idi. Turan Bey´e göre Sezai Karakoç´un şiiri ikinci türdendi.
Ertesi gün, Recep Toparlı ile ?Urus Pazarı?na gittik ve birkaç hediyelik aldım. Dertleştik tabii, dertliydi de? Şimdi de herkesin derdi mutlaka vardır ama dertlerimizin kesiştiği nokta yoktur; dertle(ş)mek az çok gönül bağı ister.
Yolculuğun başına dönelim? Ben Erzurum´a vardık diye, Erzincan´da indim. ?Dadaşın Çayevi? yazılı bir barakadan çayocağı beni fena aldatmıştı. Çay ve muhabbet derken Erzincan´da olduğumu çok geç anladım, otobüsü kaçırdım ve bir saat sonraki otobüsle beni Erzurum´a yola vurdular. Yazıhanede de o kadar çay içtikten sonra beni ertesi güne diri tutacak kafein miktarını bile aşmıştım.
Bu kadar mı? Değil elbette? Bende yol hikâyesi tükenmez ama ?yoldaş?ın olacak ki anlatasın. Sonra şöyle oluyor: hatıralarda derin izler bırakan birilerini hakk katına yolcu ediyorsunuz.
Orhan Okay Hoca´yı yola vurduk. Uzaktayım ama yakında imiş gibi ?Helal olsun? diyen cemaatin içindeyim. ?Efendilik? vasfıyla mümeyyiz, kitap gibi adamlardan bir şahsiyet olarak tanıdım. Allah, gani gani rahmet eylesin.