Cari hukukun meşru gördüğü her fiili işlemeye izin veren bir dine din denmez. Çünkü her dinin kendine özgü ahlâkî değerleri vardır. Hukukun kendisine eyleme hakkı tanıdığı alanı dininin bağlayıcı ilkelerine rağmen ahlaken meşru güren bir dindar da, dini olan bir dindar değildir. İradesine her hangi bir engel yahut baskı yoksa din ile cari hukuk arasında seçim yapmak zorunluluğu ortadan kalkar.
Din, genel ifadedir; özelde İslam´ın, dün ya da bugün, yüzlerce binlerce yıl önce hukukun meşru gördüğü ahlaksızlıklara karşı çıkan bir çizgisi olduğunu eminim teoloji alimleri ayrıntılı olarak bilir. Ancak teoloji mühendisleri, kendi hendeselerine göre yontarak dini din olmaktan çıkarıp, "kendilerine göre bir din" haline getirmenin ustasıdırlar. Hristiyanlığın Roma´lı akaidiyle bütünleşmesinin hikâyesi budur.
"İnsanlar bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar." demiş, Amin Maalouf. İnsanlar derken, çağdaşlarını ve kendi coğrafyasını kast ediyor elbette. Amin de sağlam ayakkabı değildir ama batılı eleştiri kültürünün içinde yanlışı ortaya koymada mahirdir. Doğruyu ise söylemek, hafazanallah adamı batılılar nezdinde aydın olmaktan çıkarır.
"İnsanlar!" diye mi başlasam ben de?
Yok, "Çoğu insan!" diyeyim ve cümlemi şöyle kurayım: Çoğu insan modern zamanda din ile cari hukuk arasında münafıkça yaşamayı tercih eder! Çünkü bir dini olması gayr-i ahlakî alanda imtiyaz sağlar; hukukî alanda ise iktidarla eklemlenmesini kolaylaştırır.
Dinlerin dünyevileşmesi çift yönlü ilişkilerle izah edilebilir. Din dünyevîleşir, sonra dünyevîleşen dinleşir.
Amin Maalof neyi söylemiyor peki?
Şunu söylemiyor: İnsanlar, hukukla bütünleşmiş bir ahlaka sahip olduklarında dinleri yokmuş gibi davranıyorlar.
Maksat, ?Mala davara zarar gelmesin!?den ibarettir?