Cumartesi. Uyandım ama kalkmanın bir manası yok. Rüyamda rahmetli babamı gördüm. Biliyorsunuz rüyalarıma anlatmıyorum. Fakat aklıma şöyle bir düşünce geldi ve yazmak istedim. Bunu yazmamdaki maksadım, anne ve babası yaşayanların dikkatini bu noktaya çekmek.Lütfen dikkatle okuyunuz demiyorum, içtenlikle uygulayınız diyorum.
Gerçek Acı;evlenmek ve çocuk sahibi olmak. Çocuklar gerçek acının kaynağı. Siz onlara hayat onlar size ölüm verir, siz onları Dünya'ya getirirsiniz, onlar sizi mezarlığa götürür. Gerçek acı, bunları yaşamak değil, bilmektir.Düşününüz şimdi; hastasınız ve çocuklarınız hafta da bir geliyor yanınıza .Halbuki hasta çocuklarını gördükçe içi mutlulukla doluyor. Hatta bazen komik olduğunu bilmesine rağmen çocuklarım varken Azrail gelse beni götürmek için çocuklarım beni bırakmaz diye düşünür.Şimdi hasta anne ve babanın evlatları gelince yanına oturtup ellerinden niçin tuttuğunu anladınız mı?Şimdi tekrar düşününüz, hasta anne ve babayı ziyaret etmediğinizde, onların halini. Bu onlar için gerçek acının hatta acının içinde ki acıdan bile daha acıdır.Bir anne ve babanın asıl yoksulluğu, hasta olduğunda evlatlarının yanına gelmemesidir. Üzgünüm böyle bir yazı yazdığım için ama gerçek bu.
Yazılarımı karanlıkta yazdığım biliyorsunuz. Bu nedenle lütfen bu yazılarımı elemli bir “amanın” kaleminden düşünler olarak değil, tam aksine aydınlığı karalıkta arayanın veya karanlığı aydınlatanlardan birinin yazısı olarak kabul ediniz. İşte o zaman daha büyük haz ve tatmin duygusu içinde okursunuz, diye düşünüyorum.
Gözlerimin biri yad ellere gitmiş mazimi diğeri ise karanlıkta geleceğime bakıyor. Geçmiş, uzak ve realitem ise geleceğimden o kadar uzak bir hayal. Bu hepimiz için öyle değil mi? Peki! “Hale” bakan gözümüz nerede? Yani yaşadığımız şu an’a bakan gözümüz. Üç gözlü olmak ister miydiniz? Üçücü gözümüz alnımızın tam ortasında olsaydı, önümüzü anımızı görseydi, nasıl olurdu? Aslında üçüncü hatta dördüncü gözümüz varda biz “ama” olduğumuz için görmüyoruz; ruh gözü, gönül gözü. İlk iki gözümüze akıl gözü dersek, toplam yine üç gözümüz var;akıl, ruh ve gönül gözleri. Akıl gözü tepemizde, zekamız, gönül gözü “, kalbimizde, ruh gözü, merhametimiz, bütün hayatımızda, imanımız.
Yanlış hatırlamıyorsam Tolstoy şöyle diyordu; “aydınlık varoldukça aydınlıkta dolaşın”.Galiba Tolstoy’un şüphesi var ki böyle diyor. Peki ben ne diyorum; “karanlık varoldukça karanlıkta dolaşın ki aydınlatasınız”.Karanlığa verdiğim kutsallık, gecenin kutsallığından geliyor. Gece,
zifiri karanlıkta, el yordamı olmadan ve gölgesiz yürümek. Yani ruhun yürümesi.Duvarlardan, camlardan geçerek yürümek veya uçmak. Fikren yürümek, fikren uçmak. Fikir uçtukça karanlık odam aydınlanıyor.Esas olan bu yürümeyi yaparken yolun karanlık olduğunu ve karanlığı aşınca aydınlanacağını bilmektir. Karanlığın ötesindeki karanlık ve karanlığın arkasında karanlıkta kalan aydınlık.
Yaklaşık 5-6 saat havuzun kenarında oturdum. Çok güzeldi doğrusu. İnsanlardan uzak ve sessizce akşam ettim. Biraz damağım ağrıdı ama bunada şükür. Laf aramızda bu süre zarfında hep okudum. Hemde çok ama çok güzel okudum.Çok yazmadım tam aksine çok okudum. Ne mi okudum. Sebahattin Ali Kuyucaklı Yusuf’a başladım ve bitirdim. Sebahattin Ali, Mehmet Ali Aybar ve Prens Sebahattin belgesellerini pür dikkat izledim. Bugün verimli geçti dersem doğru söylemiş olurum.
Ramazan Bayramının bitişinin on üçüncü günü ve hafta sonu yasağı yoktur.
Bugün sadece “kınıfır bed renk olur” isimli sıra gecesi türküsünü dinledim. Yemek ne yedim; biber dolması.
Bu yazılar benim, sizin velhasıl hepimiz virüsün hazin hatırası olarak kalacak. Keşke virüs olmasaydı da biz veya hepimiz günlüğümüzü yazıp okusaydık.
Havanın insan psikolojisine ne kadar etki ettiğini bugün tam anlamıyla yaşadım. Bir taraftan havuzun maviliği diğer taraftan havanın sıcaklığı beni çok rahatlattı. Buna ilaveten havuz başının sessizliği çok ama çok güzeldi.
Size bir sırrımı vereyim ve bugünü de kapatayım; karanlığa aşkla ulaşırsınız. Ya da aşktan sonra karanlığa ulaşırsınız. Karar ve tercih sizin.