Rahmetli Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’ye
Ve Pazar.. Uykum yok.Rus filmi henüz bitmedi. Gerçekten çok güzel bir filimdi. Etkilendim.Dışarda gök gürültüsü kesildi. Yağmur yağdı mı yağmadı mı bilmiyorum.Sabahı nasıl yapacağımı düşünüyorum.İç alemime gömülen ben, ne yazacağımı da bilmiyorum. Odam yine kapkaranlık. Düşündüm. Düşündüm ve sonunda  bir şey çıkar ümidiyle yazmaya başladım. Saat;01.49
Karanlıkta karalar giymiş kara düşünceli biri yürüyordu.Elindeki bıçağın parlaklığı yolunu aydınlatsada kara düşüncelerini aydınlatmıyordu.Gecenin bu vaktinde elinde bu bıçakla nereye niçin gidiyordu. Elindeki bıçakla suç işlemeye beynindeki düşünceyle vereceğiniz cezaya razıyım diyordu. Suç ve Ceza böyle bir gecede bu adamın beden ve ruhunda birleşmişti.Yüzündeki çizgiler bütün düşüncelerini açığa vuruyordu. Sağından solundan geçen kişiler bunu hemen fark eder ve yürür gibi yapar fakat aslında kaçarlardı.Adam ise elinde bıçakla sahilde değilde çölde tek başına kalmış gibi yürüyordu.İçindeki enginleşmiş fırtınanın uğultusunu yanından geçenler duyuyor fakat kendi o uğultuyla sanki fırtınada giden gemi gibi gidiyordu.Tek farkları vardı, gemi sallanıyor adam sallanmadan gidiyordu.Bütün bu gergin kokuya rağmen gökyüzünde yıldızlar durgun ve durağandı.Ürperti, kabus ve korku kokan havada yıldızların suskunluğunun sebebi de bilinmez ki! Elinde bıçağı olan adam suç sonrası, sonrasızlığı anlayan bir eda ile gidiyor gidiyordu.
İçindeki en değerli şeyi öldürdüğü için elinde bıçak olan adam başka ne suç işleyebilirdi ki?İnsanlar sanırım bunu bilmedikleri için korkuyor ve yürür gibi kaçıyorlardı.Belki de bu adam yasa çeza vermeden kendine ceza veren biriydi.Öyleyse niçin kaçıyorlardı bu insanlar? O ise bunları dahi düşünmeden yoluna devam ediyordu.
Kendini veya bir başkasını öldürme veya en azından zarar verme hakkını, kim, kimden alıyordu? Şayet birinden alıyorsa, elinde bıçak olan adamın ne suçu vardı? Kendinde açtığı yara belkide başkasının açacağı yaradan daha acı, kim bilir. Bir çocuğun kalbi kadar çocuk belki o.Önce kendinde yara açan sonra onu yalayan biri o.Kim bilebilir ki?Kendi davasında hem suçlu hem yargıç, hem savcı hem cellat olmak galiba bu olsa gerek. Suçun en büyüğü kendine karşı işlediğin suç. Cezaların en büyüğü kendinin kendine karşı verdiğin ceza. Aman Allah’ım duyguya benzeyen hiç bir şeyi kalmayan adam acaba bu adamıydı?
Ölümü gören ve gösteren adam böyle oluyor demek ki.Bu adam ki ne birine inanıyor ne ötekine.Artık ne yeryüzüne inanıyor, ne gökyüzüne. Sahilde hercai menekşelerin kokusuna kimse aldırmazken o derin derin içine çekiyor ve o kokuyla kendinden geçmişcesine yürüyordu.İstanbul uygarlığının şımarık adamları halen ona bön bön bakıyorlardı.Kendi kalbini sorgulamalarıyla mırıldamadan giden adama kim bön bön bakmazdı ki?Hepsi sanki onun suçlu veya suç işleyeceğini inanmış gibi bakıyordu. Elinde bıçak olan adam omuzuna insanların suç düşüncesi ağırlığı çökmesine rağmen o aldırış etmeden yürüyordu.
Aklım beni nerelere getirdi. Bu yazdıklarım öykü değil, hikaye hiç değil. Spontone aklıma gelenleri yazdım.Karanlık odam mı, beni buraya getirdi acaba? Olabilir. Saat tam 02.30. Karanlıkta muhayyilemde canlanan eli bıçaklı adam. Şuur altımda ne var ya. Ben tavuk bile kesemem ki.. Galiba psikoloğa gitme vakti geldi ama gitmem. Çünkü psikoloğunda psikolojisini bozmaktan korkarım. Şaka şaka. Korkmayın. Sadece size bir nefes aldırmak tekrar yazımı dikkatlice okumanız için numara yaptım. 
Bilginler hatta ruh bilimcileri dahi bu adamdaki hali ve kali toplum için insanlık için gözden geçirseler dahi kesinlikle açıklamakta zorlanırlardı.Çünkü adamın ruhu ne ateşli ne tedirgin. Sanki yeni icat edilmiş bir dinin mensubu gibi her şeye ve herkese yabancı bir hal ve kal ehli.O kadar kendinden emin yürüyordu ki, kendini mavi gökyüzü kadar temiz hisediyordu. Toplumun kendini sevmediği kuşkusuyla değil, kendinin toplumu sevmediği bahtiyarlığıyla yürüyordu. Bu nasıl bir din veya bu yeni dinin içinde nasıl bir mezhepti?
Elde edilmeden elde edilen kadınlar gibi suç işlemeden suçlanan insan ve cezası kesilmeden ceza verilen adam.Suçun cezasını kim kimin adına yer yüzünde verirdi ki? Gerçek suçlu kim? Ya gerçek suçlu suçsuzsa.Ya suçsuz gerçek suçluysa. Bu ne yaman bilinmez bilmece.Kuşku amansız acıların en acısı değil mi? Kuşkulandı ve suçsuz çıktı, kuşkulanmadı gerçek suçlu çıktı!Bu, ne suçlunun ne suçsuzun ne umudu ne de umutsuzluğu değildi.
O adam, karanlıkta kendi içindeki sesten daha uğultulu bir ses duydu.Sonra acı bir fren ve sonra önüne cansız düşen bir kedi yavrusunu gördü.Elinde bıçak olan adam herkesin gözü önünde kediyi avucuna aldı, elindeki bıçakla bir çukur kazdı, kediyi içine koydu, toprakla kapattı ve üzerine iki damla sadece iki damla gözyaşı döktü. Kalktı.Bıçağını eline aldı ve cennet bahçesine yürür gibi yürümeye devam etti.Sızlatıcı bakışlar arasından geçti ve göklerden inen bir yıldız onun hem yolunu aydınlattı hemde yolunu açtı. Elinde bıçak olan kara düşünceli adam yıldızı takip etti.Bir yere geldiler. Yıldız söndü ama ortalık halen aydınlıktı;cennet.
Çok yoruldum bu gece. Karanlığın duvarlarını yıkmak kolay değil. Bu gün anladım.Sahura çok az kaldı. Sabah namazımı kılıp uyurum belki. Sabah ezanı okundu ve namazımı günahlarımın ruhunu, ince noktalarıma kadar hissederek kıldım ve usulca yattım.Kalbimin aklı, aklımın kalbi uyku moduna girdi. Ruhum nerede bilemem ama bedenim yorganımın altında.
Ayetel Kürsüyü okudum başımı yastığıma koydum. 
Saat;09. gibi uyandım ve evimi temizledim. Çok yoruldum ve iftara kadar uyumaya karar verdim.Gecede uyumam, artık.Bu günde böyle olsun...
Gecemi hiç sormayın.. Yinede önce Türkçüler bayramını kutlamalıyım. Hikayesi uzun. Kısaca adı Turancılık Davasıdır.Bu dava 1944'te başlayan ve 1945'e kadar devam etmiştir.Türk siyasetinde önde gelen 23 isim bu davanın önde gelenleridir.Bu bayram Türkçülük-Turancılık davasının gerekçelerinden biri olarak gösterilen Hüseyin Nihal Atsız -Sabahattin Ali davasının 3 Mayıs 1944 tarihli duruşmasından sonra yaşanan “Ankara Nümayışı”nı anmak amacıyla, ilk defa 3 Mayıs 1945 tarihinde Tophane Asker hapishanesinde Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan başta olmak üzere 10 mahkum tarafından kutlanmıştır. Daha sonraki senelerde de devam eden toplantılar Türkçülük Günü (Bayramı) adını almıştır.
Yargılama sonucunda Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Fethi Tevetoğlu ve Nejdet Sançar, çeşitli cezalara çarptırıldılar.Dedim ya uzun. Reha Oğuz’u tanıdım. Başbuğ zaten biliyoruz. Reha Oğuz’un hem kitabını okudum hem evine ziyarete gittim. Cenaze namazına dahi katıldım. Başbuğ’u anlatmaya gücüm yetmez. Atsız mı? Asistanlığı başka alem, sonrası başka alem. Kitaplarının hepsini okudum. Hatta kızım olursa onun kahramanı “Güntülü” ismini koymayı düşünmüştüm. Yolların Sonu şiir kitabını hemen hemen ezberlemiştim.Toprak ve Mazi, özellikle Topal Asker ki, yazılma hikayesinin ayrı bir hüznü vardır. Kısaca, yıllarca vatan için çarpışan Kars’lı Ahmet Turan’ın haline İstanbul’da vapurla boğazı geçerken gülen bir kızı anlatır.Geri Gelen Mektup şiirini benim yaşımda olupta ezberlemeyen var mı acaba? Ben Manas Üniversitesinde rektör vekili iken okumuştum. Hatta Youtube de (https://m.youtube.com/watch?v=s5kGkaRItFg)
yayınladım.Merak eden şiiri benden dinler.Herkes çok ama çok beğenmişti.. Hey hat, nereden nereye.
Nihayet akşam ezanı okundu.Çay yudumlamak yemek yemekten daha güzel. 
Kardeşimden getirdiğim biber dolmasını ısıttım ve yoğurtla, salatayla yedim.. Allah kimseyi aç bırakmasın. Allah fakire fukarayada versin. Sallanan koltuğuma oturdum ve gitar dinliyorum.Tv ye bazen bakıyorum ama haberleri asla dinlemiyorum. Bu arada Sağlık Bakanına hayran oldum. Seçime bağımsız girerse oyum onun. Siyasi girerse üzgünüm vermem. Oyumun ezel ebet sahibi belli.Ülkücü şehitler hesap sorar benden.Teravih namazını kılıp, odamın panjurlarını kapatım yatağıma girdim.Daldım gittim karanlıkta..Saat 22.30 yattım.