Bütün dünyanın dikkatinin Filistin’e ve İsrail’in yaptığı zulme, soykırıma çevrildiği bir vakitte İran’ın Pakistan'a saldırmasına, hemen akabinde de Pakistan’ın, İran’a karşılık vermesine şahit olduk. Ortalık birdenbire karıştı.
Şurasını anlarım: İran İslam dünyası ile hiçbir zaman birlik ve beraberlik içerisinde olmadı. Hep Şia olmayı ön planda tuttular. Onlar için Şii olmak her şeyin üstünde ve önünde idi.
İran Hz. Ömer zamanında fethedildi. O zamana kadar da Mecusi (Ateşe tapan) idiler. Sıffın savaşında hakem olayına karşı çıktılar ve Haricilerin karşısında durup Şia adını aldılar. Bunların temsilcisi ise öncelikle İran oldu. Hz.Hüseyin’i Kerbela‘da tek başına bıraktılar, şehit edilmesine sebep oldular. Daha sonra da “Biz Hüseyin’in intikamını alacağız” diye ortaya çıkıp İslam dünyasını kana bulayıp terör estirdiler. İşi Allah’a şirk koşmaya kadar götürüp “Gulatı Şia”yı kurdular. Hz Ali’ye “sen bizim ilahımızsın” diyecek kadar sapıttılar.
Bunlar Selçuklular döneminde Hasan Sabbah’la haşhaşiliği kurarak İslam dünyasındaki katliamları yapan, Selçukluların ilerlemesini önleyen, Melik Şah ile Nizam’ül Mülk gibi bir vezire suikast düzenleyen, Fatimileri İslam dünyasının başına bela eden ve onları destekleyen yine Şia olmuştur. Osmanlılar döneminde önce Uzun Hasan sonra da Şah İsmail Osmanlı’yı oyalamıştır. Venediklilerle, Haçlılarla işbirliği yaparak Osmanlı ile savaşmışlar, her ikisi de yenilgiden kurtulamamıştır.
Hep İslam’ın ve Müslüman ülkelerin önünde set oluşturmaya çalıştılar. Ne zaman İslam ülkeleri biraz ilerleme gösterse gelişme sağlasa karşılarında İran’ı buldu.
İran İran olalı İsrail’e karşı bir sapan taşı dahi atmamıştır. Sadece boş anlamsız laflar etmiştir. Buna rağmen Yemen’e bir yolunu bulmuş ve gitmiş Hursileri desteklemiş orada sürekli çıban başı gibi faaliyet yapmıştır. Kızıldeniz’i önce hareketlendirmiş, Amerika’nın ve İngilizlerin gelip orayı karma karışık etmesine sebep olmuştur. Bunların destekleyicisi hep İran olmuştur. Filistin ve Gazze’nin İsrail tarafından kan gölüne çevrilmesine sebep yine Şia olmuştur.
Bizim içimizdeki PKK, YPG, DEAŞ, gibi çocuk katili terör örgütlerini hep İran desteklemiştir. İran hiçbir zaman Türkiye’yi istememiş ve sevmemiştir. Lider ülke olmasını ilerlemesini, gelişmesini, büyümesini istememiştir. Hep bir ateş çemberi içerisinde olmasını istemiş, bunun böyle olması için elinden geleni yapmıştır. Öncüsü İngilizler olan Doğulu ve Batılı güçlerle işbirliği yapmış, yerli işbirlikçileri de bunların hep maşası olmuştur.
Humeyni’ye, Fransa'da bakıp besleyip büyüten, sözde İran İslam Devrimini hazırlayan, zamanı gelince de şaşalı bir şekilde İran’a gönderen yine Batılı güçlerdir.
Suriye ve Irak’ta bir koridor açarak bizim kuzeyimizde bir teröristan kurdurmaya çalışan ve İsrail’in önünü açmaya gayret sarf eden yine İran’dır. Ben 1982’de Bitlis/Tatvan’da görev yaptım. Doğu Anadolu bölgesine gelen turistler aniden kaybolurlardı. Bir süre aranır birdenbire bulunup ortaya çıkarlardı. Bunlar o zaman adı “Apoculuk” olan daha sonra Pkk olarak ifade edilen terör örgütüne para ve bilgiler getiren çok iyi yetişmiş Alman ajanlardı. Bu kaybolan ajanlara çok dikkat edilmelidir. Bunlar gelip boşu boşuna oralarda kaybolmuyorlar.
Çin, Çin Seddi gibi dünyanın en uzun savunma duvarını çekmelerine bizim sebep olduğumuzu hiç unutmadı. Hindistan, Pakistan’ın Müslüman bir ülke olarak kendinden ayrılmasına, gelişmesine gönlü razı olmadı, Myanmarlı Müslümanlar kendileri ile aynı dine mensup olmadıkları için insanlık dışı muameleye tabi tutuldu.
Batılı ve Doğulu ne kadar İslam düşmanı varsa onlarla işbirliği içerisinde Türkiye’nin önünü kesmeye çalışan İran’dır. Çünkü Türkiye büyümektedir, gelişmektedir, kendisine biçilen elbiseleri yırtmaktadır. Savunma sanayinde çok büyük gelişme göstermiştir. Dünyanın gözünün içine baka baka “dünya beşten büyüktür” deme yürekliliğini göstermiştir.
İran’a ve yaptıklarına dikkat edilmelidir. Müslümanların koruyucusu ve lideri durumunda olan tek ülke şu anda Türkiye’dir.