Ben ve yakın arkadaşım Hasan AKGÜL Ankara’da Milli Eğitim Bakanlığı Devlet Memurları Yabancı Diller Eğitim Merkezi Arapça kursunda 1 Ekim 1991 ile 30 Haziran 1992 tarihlerinde kursiyer öğrenci idik.
Bir teneffüs, tanımadığım birkaç genç sınıfa girdi ve “Hasan Sarıtaş kim?” diye sordu. Ben de “Kim soruyor? Ne için soruyor?” dedim. Başlarındaki genç, bir şey yok sadece tanışacağız, bize buradan onun adını verdiler dedi. Bende “Buyurun benim” dedim ve kantine çıktık. Bana “Biz rahmetli Akif İnan adına sendikal çalışmalar için geldik, Kavaklı Dere’de bir toplantı yapacağız, sizi de aramızda görmek istiyoruz” dediler ve gittiler. Verilen adrese söylenen günde gittik, büyük bir salonda öğretmenler toplandı bizi davet eden genç bir açılış konuşması yaptı, sözü bize bıraktı ve görüşlerimizi, düşüncelerimizi sordu. Konuştuk ve ayrılmaya başladık, genç kapıda bizi uğurladı. Bana ve birkaç kişiye biraz bekleyin dedi. Biz bekledik ve bize şu günde “...” sendikada toplantı var Akif Bey de gelecek dedi. Biz o gün oraya gittik. Akif hocam geldi, bize niçin sendikal faaliyet, gereği ,önemi bunları anlattı. Biz de görüşlerimizi paylaştık.
“Biz farklı olacağız; hakkı gözeten, adaleti, savunan, birlik ve beraberlik içerisinde herkesi kucaklayan olacağız, memurlarımızın özlük hakkını hukuka uygun bir şekilde koruyacağız yine özlük haklarımızın iyileştirmesi için çaba sarf edeceğiz” dedi. Ben de bir konuşma yaptım ve dedim ki:
“Geçmişte hep oyalandık, bu da onlar gibi olmasın. Böyle olacaksa ben böyle bir uygulamanın içinde olmam.”
Bana Nedim’in bir beytini okudu:
“Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim
Bir peri- sûret görünmüş bir hayal olmuş sana.”
Sonra bütün Türkiye’deki kurucu başkan isimleri üzerinde konuştuk ve kısa bir sürede tüm Türkiye’ye geçici başkanlara belgeleri gönderilmek üzere ayrıldık. Ben şimdiye kadar böyle bereketli ve hızlı bir çalışmaya şahit olmadım. Çünkü kuruluşunda samimiyet, özveri ve gayret vardı. Ben kendi isteğimle kurucular kuruluna yazılmadım. Böylece bu sendikanın ilk kurucularından biri oldum.
Sendika kısa süre büyüdü, gelişti, çoğaldı. Bu süreç içerisinde çok şeyler yaşandı. Sonra sendikanın başına birileri geldi. Kuruluş amacına hiçte uymayan, Akif İnan felsefesine ters, sendika ilkeleri ile uyuşmayan işler yapılmaya başladı.
Bir örnek verecek olursak: Biz 21 okul müdürü olarak başarısız olduk bahanesi ile görevden alındık. Bize sahip çıkacaklar diye sendikaya gittik. Başlangıçta yağdılar, estiler, gürlediler sonuç sıfır. Biz mahkemeler kazandık. Bize “biz falan veya filanla sizin için kötü olamayız biz “.....” ile iyi geçinmek zorundayız” gibi sendikacılığa ve sendikaya hiç de yakışmayan sözler ettiler. Halbuki sendika bizim özlük haklarımızı koruyacaktı. Hukuka uygun olarak haklarımızı çiğnetmeyecekti, gerekirse sonuna kadar basın açıklamaları yapacaklardı. Bunların hiçbiri olamadığı gibi bir de bize “siz olmasanız da olur” tavrı takınıldı. Biz yokuz ama o gün bizi harcadığınız adamların hiçbiri yok. Ne olacak şimdi? Bu insanların yüzüne nasıl bakacaksınız ne diyebileceksiniz? Amma bizim size diyecek çok sözümüz var: En hafifinden DOĞRU OLALIM.
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Üç BUÇUK soysuzun ardından zağarlık yapamam
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
...........
Doğduğumdan beridir âşığım istiklâle
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale.”
Genel merkezde kaşanelerde oturmayı kendilerinde hak görenler, görülmemiş, duyulmamış işler yapanlar mahkemeyi kaybetmişler. Kamudan haber’de bilgi almak isteyenler, bugün itibarı ile bir yazı yayınlandı. Teferruatlı bilgi almak isteyenler oraya müracaat edebilir.
“Onlar ki verir lâf ile dünyaya nizâmât
Bin türlü teseyyüp bulunur hânelerinde.” (Ziya Paşa)
Allah bu ve bunlar gibi olmaktan uzak eylesin.
Şuan sendika yönetimi kendi yandaslarini yerleştirecegi yerlere yerlestirsin
Eğitim-Bir-Sen'de maalesef kurucu kodlarla oynandı, tüzük tadilatlarıyla iştahı kabarık, mutlu yönetici elitler yaratıldı. Onlar da sendikayı hizmet, hak arama ve memurun menfaatlerini geliştirme kapısı değilde sendika yöneticilerine ulûfe ve makam dağıtma kapısı olarak gördüler. Üzgünüz....