Ülkemizde işçilerin, üretenlerin haklarını alamamasının en büyük örneği gözlerimin önüne geldi ve konuşmalar ise daha bir can yakıcı… Dilimde Cem Karaca’nın “İşçisin sen işçi kal!” şarkısının mırıltısı, gözlerimde kömür gibi simalar… Ne kolaydır üretimden gelen ürünlerin tüketimi… Hiç düşünmeyiz nasıl bir süreçten geliyor, kimlerin emeği var, sofralarımıza nasıl geliyor, eşya olarak karşımıza nasıl çıkıyor? Ücreti verilmiştir, alınır, kullanılır? Üretim sürecindeki insanların yaşadıkları ise hiç aklımıza gelmez… İşte bu hikayelerden birisi karşımda. İsmi Emin Toy. 38 yaşında 3 çocuk babası bir Diyarbakırlı emekçi. Diyarbakır’dan Sivas’a, Zara’ya, Beypınar Köyü’ne geliyorlar… İhale alınmış, ihaleyi alan firmadan yüzde oranında çalışıyorlar. Tam 25 genç, 25 aile, çoluk çocuk hep beraber… Meşe ağaçlarını kesiyorlar, sonra traktörlerle bunları geniş bir alan üzerindeki ocak kısmına getiriyorlar, diziyorlar bir büyük kubbe oluşturarak ocağı meydana getiriyorlar… Tam 1 ayda oluşuyor bu devasa ocak… Sonra bu büyük ocağı toprakla kapatıyorlar. Ve ardından ocağı yakıyorlar… İşte esas nöbet burada başlıyor, tam 10 gün, günün her anı gözetleme, günün 24 saati nöbetleşerek bekleme… Ocak yavaş yavaş yanacak… 10 gün boyunca… Ve ardından yavaş yavaş açılacak… Meşe kütükleri artık karşınızda kapkara meşe kömürü olarak karşınızda durmaktadır… Ardından traktörlere toplama ki, can alıcı… Küreklerle traktörlere atılan kömürler bir toz bulutu oluşturur ki, simsiyah… Ve beklenen satış… Yok, satış yapamıyorlar… Çoluk çocuk ve tüm aileler simsiyah kömür karası içinde kala kalıyorlar… Emeğin karşılığı olmayınca esas büyük sıkıntı böyle başlıyor. Niçin? İşçi küsüyor, emekçi küsüyor, çiftçi küsüyor… Sonra ülkemizde üretmeden tüketen bir toplum oluşuyor, şehirler doluşuyor, köyler boşalıyor!.. Ekmeğini kömürden çıkartan bu bahtları kömür gibi kara olan işçilerimiz gibi… Memleketlerinden, ta Diyarbakır’dan gelmişler, çocuklarıyla, eşleriyle birlikte aylarca çalışıyorlar ve simsiyah akan terlerine simsiyah gözyaşları karışarak diyorlar ki, “Bize bakın, bizi anlayın ve bize yardım edin!” Bu dilenmek değil, bu üretimden gelen güçlerinin önlerini açmaktır… Bir volkan gibi yüreklerinde biriken bu feryadı artık duyun, pazarlarını oluşturun… Yoksa bahtları hakikaten kömür gibi kapkara olacak…