Ve teravih namazında dünyada ve ülkemizde eşi benzeri olmayan sadece Sivas’a has bir Ramazan İlahisi vardır ki Şehr-i Sivas’ta her yaştan, her cinsiyetten insanın bu ilahi dilindedir, gönlündedir, namelerinde ve seslerindedir: Ya Hennan ilahisi… Küçüktüm, babamın abimle birlikte götürdüğü mahallemizin mescidinde ilk teravih namazımdı, unutamam. Ertesi gün ramazanın ilk günü ve oruç tutacaktım, şimdi ilk teravih için mesciddeydim, Şeyh Çoban Mescidi… Ne güzel bir mesciddi, her tarafı ahşap, şirince bir mescitti. Teravih başlamıştı ve her kılınan 4’lü rekatların ardından o güzelim ilahi… İlk o sözler, babam da iştirak etmişti, dinledik. Namaz bitti, ilk dersimiz evde ilahiyi ezberlemeye çalışmak… Ertesi günü o ilahiyi bizler de söylemek hedefinde nasıl da ezberlemiştik… İlahi şöyle: Yâ Hannan, Yâ Mennân Yâ Ze’l-cudi ve’l ihsân; Sebbit kulûbenâ ale’l-îmân, Nercû afveke ve’l-ğufran; Merhaba Merhaba, şehr-i Ramazân Merhaba; Merhaba Merhaba, şehr-i Sıyam Merhaba. Evvel Hû, Âhir Hû; Zâhir Hû, Bâtın Hû; Kul Yâ Hû, Yâ Hû, Yâ Men Hû: Hak! Lâ ilâhe illâllah, Muhammed’ür Resûlullah! Ve İlâhün, Vâhidün, Ehadün, Samedâ! “Ey! Kullarına karşı pek müşfik, Ey! kullarına karşı pek lütufkar, Ey! kerem ve ihsan sahibi, Ey! ezeli-Ey! ebedi, Ey! tecelligâhıyla apaçık-Ey! tecellî-i celaliyle gizlilerin gizlisi, Ey Hû Hû diye çağırdığımız: Hakk; kalplerimi iman üzere sabit kıl, ümidimiz senin af ve mağfiretindir, “Lâilahe illâllah Muhammed’ür Resûlullah”, Allah’ımızsın, teksin, benzersizsin; kulların sana muhtaç, sen kimseye muhtaç değilsin…” İlahinin Şemseddin Sivasî ‘ye ait olduğu düşünülmektedir. İlahinin, Halvetîliğin Şemseddin Sivasî koluyla bağını kuvvetlendiren mühim bir şey de, merhum Safer Efendi’ nin bu tarikat kolunun “evtâr-ı seb’a”yı onikiye çıkarıp, on iki esmâ ile de sâlike yol verdikleri naklidir. İlâhide -tevâfuk eseri- Esmâ-i hüsna’dan İsm-i azâm ile beraber on iki isim zikredilir. Güftede geçen “cud”, “afv”, “ğufran”, “îmân” kelimeleri, Allah’ın: el-Mâcid, el-Afüvv, el-Ğaffâr, el-Mü’min isimleriyle, tecelligâh olarak seçtiği insanı kuşatan varlığını; el-Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir, el-Bâtın isimleri tecelli-î celâlinin zamanî ve kevnî tezâhürünü; el-Vâhid, el-Ehad (İbn-i Mâce ve İbn-i Hacer’e göre Esma-i hüsna’dandır), es-Samed isimleri ulûhiyetini beyan etmektedir. Birkaç nefescik sadâ deryaları dolduruyor;âgâh olan, kimbilir bu deryadan ne inciler çıkaracaktır. Bestekâr, arada; tam da insan (tecelligâh) ile Allah (tecelli-i celâli’nin) kavuştuğu bezâha Ramazanı yerleştirir. Oruç ayının mümin kişiye gün gün irtifâ kazandıran bir af ve mağfiret merdiveniolduğunu ve o münasebetle yalvardığını Allah’a işittirmek istercesine “Oruç günlerindeyiz, o günleri selamlıyoruz! Bu günler hürmetine bizi bağışla!” sadedine “Merhaba!”ları peşi peşine sıralar. Söyleyen cemaat, ilahinin ilk bölümünde “havf ve recâ'” tüten, daha yavaş bir tonda Hakk’ı anıp, af ve mağfiret dilerken; Ramazan’ı selamlama bölümüne gelince yeri göğü titretir… Ramazan’ın onbeşinden sonra, “Merhaba”lar, yerini “Elveda”ya bırakır; şimdi olduğu gibi… İlahinin “tarz-ı reviş”i yavaşlar, son terâvihle beraber Hazreti Ramazan, bir ay boyunca terbiye etmeye çalıştığı şehirden ayrılır. Elveda elveda, şehr-i Ramazan elveda; Elveda elveda, şehr-i sıyam elveda!