Türkiye’ye mahsus bir özellik var dikkatimizi çeken: Siyasetçinin ayrı bir dünyası var, vatandaşın ayrı bir dünyası var. Tarihler boyunca böyledir. Siyaset çıkarcıdır, vatandaşından hep ister… Ne ister? Fedakarlık ister mesela. Siyasetçinin her yaptığı olumsuzluğa karşı bu duruma tahammül gibi, hoşgörü gibi fedakarlık ister. Veya ekonomik başarısızlığında vatandaşın parasından fedakarlık ister… Ne ister? Sabır ister mesela. Yapacağı icraatlar için sabır, yaptığı icraatların meyvesi için sabır, vadettiklerini yapma süreci için sabır ister… Ne ister? Sadakat ister mesela. Partisine olan desteğinin her ne olursa olsun şerhiyle sadakatini ister. Olumsuzluklar olur, beklenmeyen felaketler olur, verilen vaadlerin yerine gelmemesi olur, vaadlerin yerine yapılmaması gerekenler yapılmıştır ama bu olumsuzluklara rağmen sadakat istenir… Ne ister? Tabulaştırılmak ister mesela. Vatandaşlar tarafından partisinin ülkesi için olmazsa olmazı olduğunu, liderinin ise varsa ülkesi var, yoksa ülkesi yok olacak saplantısı içinde bile olacak derecede tabu ister, totem ister, saplantı ister… Ne ister? Kadere bağlılık ister mesela. Söylediklerinin düşüncelere, düşüncelerinin duygulara, duygularının davranışlara davranışlarının alışkanlıklara, alışkanlıkların değerlere, değerlerin karakterlere, karakterlerin kadere, kaderin ise düşüncelere harmanlanmasını ister. Bilir ki düşüncelerimiz kaderimizdir. Siyasetçi hep kendisinin düşünülmesini ister çünkü… Düşünceleriyle kaderini kurmasını ister… Tercih sebebi eder siyasetçi ardından, topluma “Senin tercihindi!” baskısı adına… Bunu başarır da… Peki sonrasında ne olur? Türkiye’de siyasetçi mutlu olur, halk tercihinin kaderinde geçimini derdine düşer… Mukadderat der… Kaderim der… Fikrimin ince gülü der… Tercihim der yani, “Benim tercihim!” Seçim mi, geçim mi sorusunda ise alınacak cevap işte bu noktada bir arpa boyu yol alamaz!...