Her toprağın altından çıkan müthiş medeniyet eserleri karşısında şu asır olmuş hala hayret içerisinde kaldığımız oluyor, doğrudur. Aynısını yapmak imkansızdır, ama yıkarak yapmak cümlesi bu anlamda bana hiçbir şey ifade etmez… Efes antik diyarından çıkan muhteşem eserlerin altından hala muhteşem eserler çıkarken, yeni oluşturulan şehirler içerisinde bulunmayan bu muhteşemliklerin izahında yıkılarak yapmanın bir anlamı var mı? Yıkılmıştır, aynısı yapılamamıştır… Endülüs, Kurtuba Cami… Ve Elhamra Sarayı… Vahşi İspanyollar müthiş medeniyet karşısında yağmacılığı tercih ettiler… Sarayı yağmladılar, camiyi talan ettiler ve hatta katedral yaptılar cami içine… Kral Charles Quint, bizzat Kurtuba’ya gelerek bu kiliseyi gördü. Çok üzülmüş; “Yaptığınız vahşeti görünce, size bunun için izin verdiğime çok pişman oldum. Dünyada bir benzeri bulunmayan, bu güzel eseri böylece tahrip edeceğinizi bilseydim, size müsaade etmez ve hepinizi cezalandırırdım demiş. Yıkarak yapmak bu olsa gerek!... "Gel yıkalım şu Süleymaniye'yi desen iki kazma kürek iki de ırgat gerek. Hadi gel yapalım geri şunu desen bir Sinan gerek birde Süleyman." Derken merhum Akif, yıkarak yapmanın tarifine şaşar kalırdı her halde… Uğur Tanyeli, ‘Yıkarak Yapmak’ kitabını yazmış ve önsözde şunları dile getirmiş: “Yıkarak yapmaktan söz ediyorum, çünkü genelde ‘ilerici’, ‘öncü’, ‘avangart’ gibi sıfatlarla anılan pek çok kişi ve yönelim, eskileri gözden çıkaramayan, hatta onları çağdaş olanı gerekçelendirmek için hikmet deposu gibi kullanan argümanlar dile getirdiler. Sonuçta bunların tümü bir tür zombi üretimi. Bu kitap işte o zombileri, o yaşayan ölüleri teşhis etmeye ve tartışmaya yönelik bir çaba. “Anarşi terimini kullanıyorum, çünkü mimarlık bilgi alanında egemen iktidar yapılarını –söylemleri, önyargıları, stereotipleri, inançları– sorunlaştırmak istiyorum. Onların çok zayıf düşünce konstrüksiyonları oluşturduğuna inanıyorum. İktidarlarını da paradoksal olarak o zafiyetlerine borçlular. Bunlara inanılır, ikna olunur ve söylemsel ve/veya tasarımsal pratiklerde bulunmaya fütursuzca devam edilir. İman edilmekten vazgeçilseydi tüm bir düşünsel konstrüksiyonun altı oyulacak, zeminsiz kalınacaktı. “Çok daha önemli hedefim ise mimarlık söylemlerinde gizli totalitarizm. Mimarlık düşüncesinin çoğu metninde dünyanın mimarın kişisel becerisiyle cennet kılınabileceği gibi totalitaryen bir beklentiden söz edilir ve çoğu zaman bundan hiç rahatsızlık duyulmaz. Böyle bir inanç aslında, tasarlayan öznenin vehmedilmiş iktidarından çok, siyasal otoritenin denetimsiz gerçek iktidarına uzanan kanala su taşıyor. Diktatoryel iddiaların meşrulaştırılması imkânlarını ortaya koyuyor. Şöyle de diyebilirim: Mimarın tasarımsal iktidarı ile siyasal yöneticinin toplum mühendisliği yapma iktidarı arasındaki mesafe çok kısa. Her ikisi de toplumsallık üzerinde kurulması amaçlanan bir diktaya özlem duyuyor.” Ha bu sırada Yıkarak Yapmak kitabının alt başlığı ise ‘ Anarşist Bir Mimarlık Kuramı İçin Altlık’ … Yıkarak yapmak cümlesi şimdi kentsel dönüşümde çok kullanılıyor ve bu cümle beni fazlasıyla rahatsız ediyor… Zira, güzelim Sivas medeni binaları 1980’lerin ardından beton aşkına tek tek insafsızca balyozlarla yıkılırken, yapılanları gördük ve şimdi yok olan o güzelim binalarımızın ardından ağlıyoruz… Yıktık ama yapamıyoruz denilen işte bu…