Yazımızın ilk bölümünde de belirttiğimiz üzere, cenaze yemeği âdetinin geçmişinde, Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in söylemesiyle, Hz. Ca’fer (r.a)’ın şehadeti sonrası, evine üç gün yemek yapılıp gönderilmesi olduğunu görüyoruz. Yakın zamana kadar, memleketimizde de bu şekilde olan uygulama, nasıl olduysa; cenaze sahibi ailenin, onca hüznüne, kederine rağmen bir de taziyecilere yemek vermesi şekline bürünmüştür. İnsanları huzursuz eden de işte bu durumdur.
Cenaze yakınları tarafından cenaze yemeği verilmesi ve bu süreçte yaşanan sıkıntıların dile getirilmesi sonucu, bazı kişi ve kurumlar sorunu anlama ve açıklama gayretine girdiler. Cenazenin ardından yemek yedirmenin dînî açıdan hükmünü araştırmaya başladılar. Diyanet İşleri Başkanlığımız, konuyla ilgili olarak sorulan bir soruya; Peygamber Aleyhisselamın, cenaze sahiplerinin kayıplarının yasını tutarken, cenazeyle meşgul olurken bir de gelen misafirlere yemek yapmasını, onunla meşgul olmasını uygun bulmadığı, dinimizce bu durumun mekruh sayıldığı, uzaktan gelen insanların ihtiyaçlarını gidermek için de ev sahiplerinin değil, komşuların, etraftaki hısım ve akrabanın evinden yemek getirmesi gerektiği, bu durumun da Efendimizin teşvik ettiği bir konu olduğu şeklinde cevap vermiştir. Diyanet İşleri Başkanlığımızın cevabından da anlaşılacağı üzere cenaze sonrası yemek işi, cenaze sahiplerinin değil, cenaze evi komşularının ve eş-dost-akrabaların görevidir. (Bkz:ht tps://www.mil ligazete.com.tr/ haber/1801392/ cenazelerde-yemek-dagıtma nin-huk mu -nedir)
Peki, ölen bir kişinin ardından gerek cenaze ailesince gerekse yakınlarınca neden yemek yediriliyor ya da neden bu türlü hayır-hasenat işleri yapılıyor? Çünkü dinimiz İslâm, ölümün vâki olmasıyla hayatın bitmesini değil; ebedî hayatın başladığını bildirir. Her canlının elbet bir gün ölümü tadacağı (Ankebut Suresi 57.Ayet) hususu ayetlerle sabittir. Ayetlerde belirtilmeseydi de insanlar ölüm gerçekliğini tecrübe ederlerdi. Yani; ölüm biz Müslümanlara göre bir yok oluş değil, ebedi bir hayatın başlamasıdır. Bu ebedi hayatta da geçici dünya hayatında yapılan iyilikler ve kötülüklerin karşılıkları alınmaya devam edilmektedir. Dünya hayatında iyilikler, güzellikler ihtiva eden işler yapan ve yaptığı bu işler, açtıkları yollar vefatlarından sonra da devam eden Müslümanlar, bu iyilikler karşılığında nemalanmaya, dini tabirle sevap kazanmaya devam etmektedirler. Bu sevap kazanma işi, kişinin Dünya hayatında kendi yaptıkları iyilikler, güzellikler karşılığında olabileceği gibi arkasında bıraktığı hayırlı evlatları, kendisi için hayır işleri yapan eşi-dostu aracılığıyla da devam etmektedir. İşte bu sebepledir ki, başta yemek yedirmek olmak üzere, vefat eden kişinin ardından bu ve benzeri hayr işleri yapılmaktadır.
Ayrıca; insanların, ölen yakınları için iyilik yaparak sevap kazanma beklentileri de cenaze evine yemek götürülmesinde etkili olmaktadır. Yapılan her türlü ibadetin sevabı geçmişlerimize hediye edilebilmektedir. İnsanlara yemek yedirmek, çeşitli ikramlarda ve hayru hasenatta bulunmak ve bunun sevabını da geçmişlerimize hediye etmek Dîn-î Mübînî İslam’a göre caizdir. Cenaze yemeği vesilesiyle de olsa, vefat edenin yakının ardından, onun adına iyilikler yapmak, yemek yedirmek ve yemek sonunda Kur’an okuyup, dualar etmek bu kabilden düşünülmektedir.
Cenaze yemeğinin 7. Gün, 40. Gün v.s verilmesi ve özellikle vefattan sonra belli sayıdaki günlerde verilmesinin dinî dayanağı bulunmadığı da belirtilmektedir. Hatta belli günlerde ölüye yönelik merasimler düzenlenmesi bid’at olarak değerlendirilmektedir. Farz olan, ölen bir Müslümanın yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazının kılınarak defnedilmesidir. Elbette ölünün yakınlarının üzüntülerini paylaşma, onlara taziyede bulunma da güzel bir haslettir. Burada amaçlanan şey onların sıkıntılarına sıkıntı katmak değil onların sıkıntılarını hafifletmektir.
Şimdilerde, bazı belediyeler de ölüm olayının olduğu ilk gün belli sayıda yemek yaptırarak, matem evini bu yükten kurtarıyor. Sivas Belediyesinin bu şekildeki uygulaması da çok güzel bir uygulama. Güzel olmayan, cenaze sahiplerinin bu matem günlerinde bir de maddi külfete sokulması. İşte bu nedenlerle cenaze sahiplerinin yemek vermesi olayları ile ilgili çalışmalar, yasaklamalar başladı. En son Kadim Şehir Mardin de valilik ve müftülük tarafından, cenaze sonrası taziye için sayıları binlere varan kişilere yemek verilmesinin, cenaze yakınlarını ekonomik olarak çok zorlaması üzerine çalışma başlatıldığı basına yansıdı. Öyle ki, bu masrafları karşılamak için kredi bile çekildiğini de duyduk.
Cenaze yemeğinin bu maddi ve manevi külfetleri yanında başka külfetleri de bulunmakta. Mesele sadece bu kadarla kalmıyor. Asıl yanlış olan, ahiret tefekkürü ve tasavvurunun en yoğun hissedilmesi gereken bir cenaze ve mezarlık ortamının hemen sonrasında bu tefekküre ket vuran yeme-içme eyleminin alel acele gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Evet, çok şey değişiyor ve bu değişim en çok da dini hedef alıyor. Zaten cenaze ortamı ve davranışlar da değişti. Örneğin, kadınlar defin için asla mezarlığa gelmezdi. Şimdi, minisiyle cenaze namazı kılanları da görüyoruz. Bu durum namaz kılmak yerine yoga yapmak gibi bir şey galiba. Cenaze evinde ve komşularda bir hafta on gün tv, radyo açılmaz, müzik dinlenmezdi. Şimdi, mevtayı bir saatte defnedip, mezarlıktan inerken de şakalaşıp-gülüşmeler başlıyor. Eski evlerimizin duvarlarında, genç kızların el emeği-göz nuru işledikleri serlevhaların sonunda “ibret almak istersen, ölüm yeter” yazardı. Son zamanların toplumsal değişimi, ölümü ibret aldırmaktan da çıkardı…
Es-selam…