Gündem malum. Fransa’da, dinimiz İslam başta olmak üzere tüm dini inançlara pervasızca saldıran Charlie Hebdo Dergisi’ne bir saldırı düzenlendi. Saldırı sonucu aralarında Müslüman bir polisin de olduğu on iki kişi öldürüldü. Ardından, sanki bu saldırı beklenen etkiyi göstermedi der gibi rehin alma olayları yaşandı. Bu rehin alma olaylarını televizyonlardan canlı yayınlar ile izledik. Bizimle birlikte tüm dünya da, Müslümanların nasıl da terörist(!) olduklarını izledi. Hülasa; İslam dışı dünya açısından maksat hâsıl olmuş oldu böylece.
Charlie Hebdo Dergisi’ne saldırı ile ilgili yazıp-çizmeyen, mevzuyu köşesine taşımayan kalmadı herhalde. Ekranlarda gerdan büken haberci dilberler, büyük bir mahcubiyet içinde Batıdan özür mahiyetinde lakırtılar ettiler. Sanki aynı Batı; Almanya`ya Müslüman Türk aileler yakılırken meydanları doldurup teröre lanet yağdırmıştı.
Her gün en az yüz Müslüman Dünya`nın değişik yerlerinde katlediliyor. Nijerya da ise bir günde iki bin kişi öldürülmüş. ÖLEN DE ÖLDÜREN DE MÜSLÜMAN. Kimin umurunda... Yeter         ki         bir        Hıristiyan’ın            burnu   bile      kanamasın. Dünya; Fransa da bir araya geldiği gibi Suriye için, Doğu Türkistan için veya başka bir ülke için de bir araya gelmedikçe, Batı hep ikiyüzlü olarak kalacak ve asla bir barış olmayacaktır...
Kimi    kandırıyorsunuz ki kendinizden başka. Sözüm ona barış yürüyüşünde, pkk bayraklarına izin veren Fransa hangi barışa ev sahipliği yapabilir acaba?. On kişi, yirmi kişi için bir araya gelen dünya liderleri, iki bin kişi için bir araya gelmiyorsa hatta zulme uğrayan bir kişi için dahi bir araya gelemiyorsa, 11 Ocak Paris Yürüyüşü teröre bir tepkiden ziyade; ötekileştirilmiş, medeniyetine gizli ve açık savaşlar açılmış zihinler tarafından teröre davetiye çıkarılan yürüyüşler olarak değerlendirilecektir. En büyük terörü, devlet terörünü uygulayan devletin başkanı bu yürüyüşe katılıyorsa insanları hangi barışa ikna edebilirsiniz?
Bir de herkes terörizm yok edilmeli diyor. Eyvallah. Lâkin, terörizm nereden ve neden çıkıyor diyen yok... Yeni Şafak Gazetesinden, Kıymetli büyüğümüz Yusuf Kaplan, bakın konuyla ilgili neler söylüyor: “Önce şunu söylemek zorundayım: İnsan hayatı kutsaldır . Bunu söylemek bile züldür bir insan için.  Dolayısıyla terörü onaylamak aslâ söz konusu olamaz. Terörle, şiddetle bir şeyi halletmeye kalkışmanın söz konusu olduğu bir yerde, insanlığın sonunu ilan edebiliriz zira! İşte tam bu noktada sorulması ve izi sürülmesi gereken bir soru var: İyi de, terör, boşlukta oluşmaz ki! Bir yerde yaşanan terör hâdisesini konuşmak, dolayısıyla bir daha benzer terör olaylarının yaşanmasının nasıl önüne geçilebileceğini  anlayabilmek, önce neden böyle bir felâketin yaşandığı sorusunu sormakla başlar.  Bir yerde, bu soruyu sormadan, sadece terör hâdisesi üzerinde yoğunlaşılıyorsa, bilin ki, orada mutlaka saklanmak istenen gerçekler, kimsenin bilmesi arzulanmayan bazı stratejik hedefler, sinsi emeller vesaire var, demektir. 
Fransa’da yaşanan saldırıları bu gözlemler ışığında nasıl değerlendirebiliriz öyleyse? Önce şu: Avrupa’da din çöktü. Aile çöktü. Toplum diye bir şey kalmadı.  Irkçılık, kontrolden çıktı.       Ekonomi            krizde… Avrupa’nın            bir      “canavar”a    ihtiyacı           vardı! İşte o canavar bulundu: İslâm. O yüzden vurulan Avrupa değil; İslâm!
Bir de “düşünce özgürlüğü” faslında dillere pelesenk edilen bir ezber var:  “Karikatür çizmek, bir düşünce özgürlüğüdür. Müslümanların peygamberi de olsa bu, Müslümanlar, buna saygı duymak zorundalar. Ama duymuyorlar; çünkü barbarlar!” Bu tür söylemler, hem söz konusu eylemlere tahrik edici hem de bu tür eylemlerin “tezgâh” olabileceğini gözler önüne serici ifadeler aslında.
Sözün özü: Karikatürle bir dinin peygamberine hakaret etmeyi düşünce özgürlüğü sanmak, karikatüre dönüşen pagan bir uygarlığın marifeti olabilir ancak!* (Yusuf Kaplan “Karikatür Bir Uygarlık” Yeni Şafak 11/01/2015)
 
Peki Dünyanın bu denli büyük bir tepki vermesini nasıl okumalı? Aslında cevabı çok basit. “Ölenler Batılıydı, Avrupa sarsıldı. Cinayetin Avrupa’nın göbeğinde işlenmesi ses getirmesinin birincil sebebi değildi, çünkü öyle olsaydı, neo-naziler Almanya’da Türkleri yakarak öldürdüğünde de kıta Avrupası’nın Nazizmi içinden çıkaran bir ülkede yaşanan bu       barbarlığa      da        ses       vermesi           beklenirdi.
Ölenler Batılıydı, Avrupa sarsıldı. Dolayısıyla mevzunun İslâmiyet`le de ifade özgürlüğüyle alakası ikincildir. Birincil sebep, ikide bir bizlere ‘ölümler arasında kıyas yapma!’ diye parmak sallayanların kolaylıkla ölümler arasında kurduğu ve içselleştirmemizi istediği bu hiyerarşidir. Ki bu hiyerarşi kolonyalizmin kurucu unsurudur. O yüzden aynı gün Afganistan’da 18, Yemen’de 38 kişinin terör saldırılarında ölmesi veya ertesi gün Boko Haram’ın Nijerya’da binlerle ifade edilen bir katliama girişmesi bırakın manşet olmayı, haber değeri bile taşımamıştır. Ya da bir sinagoga bombalı saldırı düzenlense sokaklara akın ederek tepki verecek kalabalıklar, Avrupa’da üç yılda 185 camiiye yapılan saldırı karşısında (15’i son iki gün içerisinde) utanç verici bir sessizliğe gömülmüştür . Aslında sessizlik, Müslümanları özür dilemeye, ‘içlerindeki uru temizlemeye’ ya da ‘Tüm Müslümanları Öldür’ etiketini twitter’da dünya çapında trend yaptırmaya çalışanlar varken olumlu bile karşılanabilir. İslâm coğrafyasında yüzyılı aşkın süredir devam eden işgalleri, işkenceleri, aşağılamaları, toplu katliamları, 21. yüzyılda da işgal, işkence, aşağılama ve toplu katliamlar izleyince ne dinin bağlayıcılığı ne de toplumsalın denetimi işe yarıyor.  *(Hilal Kaplan “Yeryüzünün Lanetliler” Yeni Şafak 11/01/2015)