Türkiye’nin nüfus krizini konu ettiğimiz yazımızın ilk bölümünde, nüfus krizine giriş sürecimizi kendi penceremizden bir bakış ve istatistiki verilerle izaha çalıştık. Bu bölümde ise nüfus krizine girişimizin sebep ve sonuçlarına ilişkin değerlendirmelerde bulunacağız.
Yazımızın ilk bölümünde de ifade ettiğimiz gibi nüfus artışının ilk adımı evlilik. Evlenme çağında olanların, evlenmeye ikna edilmesi gerekiyor. Fakat uzun eğitim süresi evlilikleri erteliyor. Otuzlu yaşlarda okulu bitiren bir anne ya da baba adayı, iş-aş-araba-ev derken yaş “yolun yarısı” olarak ifade edilen otuz beşe dayanıyor. Otuz beş yaşındaki bir anne adayının, kırkını devirmiş bir baba adayının neyi kalır ki. Bu yaşlar ile on sekiz-yirmili yaşlar bir olur mu? Gençlik gitmiş, güzellik gitmiş, saçlara aklar düşmüş, belde fıtık var, dizler de derman, gözlerde fer azalmış.
Stresli bir iş hayatı içerisinde koştur koşturabildiğin kadar. Elbette, sadece uzayan eğitim süreleri evlilikleri ertelemiyor. Lise sonrası okuma hayatı olmayan ya da üniversiteye devam etmeyen gençlerin de evlenmediklerini görüyoruz. Hatta bir zamanlar erken yaşta evliliklerin bile yapıldığı kırsal kesimde yaşayan gençler de evlenmiyor. Evlenmek isteyenler de evlenecek gelin adayı bulamıyor. Çünkü kimse köy hayatını ya da bedeni bir çalışma gerektiren iş hayatını tercih etmiyor. Özellikle ortaokul ya da lise öğrenimi için şehre gelen gençler, tekrar köye dönmek, köyde evlenip orada yaşamak istemiyor. Biraz da bu yüzden, Türkiye’ de 2022 yılı itibariyle nüfusun %93,4 şehirlerde, %6,6'sı ise belde ve köylerde yaşıyor. Köyler viraneye döndü, kimseler kalmadı. Sadece köy mezarlıkları dolu ve gurbette vefat edenlerin cenazeleriyle dolmaya devam ediyor. Cenaze demişken; evlenen erkeklerin düğün törenlerinde bile, Zekeriya Efiloğlu’nun da yazdığı gibi, evliliği ölüm gibi gösteren sahte cenaze merasimleriyle sözüm ona komiklik yapılıyor. Evliliği karikatürize eden, aşağılayan mizansenlerle düğün ortamında dahi evlilik kötüleniyor. Ayrıca; kadını ya da erkeği gizemli kılan, cezbeden bir şey kalmaması, herkesin sokakta ve her şeyin ortada olması da evliliğe olan ilgiyi azalttı. Eskinin gençleri; bırakın inmeyi-çıkmayı, bir kızın adını bile altı ayda öğrenemezlerdi.
Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Erhan AFYONCU, katıldığı TV programlarında; ülkelerin geleceğini savaştan daha çok tehdit eden şey, nüfus artış hızının düşmesidir. 2025 yılı itibariyle genç nüfusumuz yüzde 10’un altına düşecek, Osmanlı İmparatorluğunu kaybetmemizin sebeplerinden biri de nüfusunun artmamasıdır. Avrupa göçmenler sayesinde, nüfusunu genç tutuyor, dedi. Doğurganlık hızımızın, pandemi ile birlikte korkutucu şekilde düştüğünü; Bulgaristan, Fransa ve Almanya’dan daha düşük olduğunu ve ülkemizin bir kâbus ile karşı karşıya olduğunu söyledi. Gerçekten durum tam da bu şekilde. İlkokula başlayan öğrenci sayılarımızda da ciddi azalmalar var. Öyle bir açmaz ki şimdilerde gençler iş bulamazken, nüfusumuz iyice azaldığında ise çalıştıracak işçi-memur bulamayacağız.
Nüfus artış hızının, ülkeye katkısına güzel bir örnek olarak Çin’i ve Hindistan’ı gösterebiliriz. Özellikle Çin, nüfusunu nüfuza tahvil etmiş bir ülke. Milyarlık nüfus, milyarlarca fikir demek, plan demek, proje demek. Çin’i Çin yapan her şeyden önce nüfusudur. Nüfus ne demek biliyor musunuz? Nüfus, güç demek. Milyonlarca farklı beyin, akıl demek. Başta hizmetler sektörü olmak üzere ihtiyaçların artması demek. Artan ihtiyaçların karşılanması için tarımın, sanayinin, teknolojinin, bilimin, sanatın, edebiyatın gelişmesi demek. Hindistan bile büyük nüfusu ile dünyanın yedinci ve satın alama gücü bakımından ise dünyanın üçüncü büyük ekonomisi haline gelmiştir. Oysa bizleri nüfus artışının açlık getireceği ile korkutmuş, nüfus planlamaları yaptırmışlardı. 1766-1834 yılları arasında yaşayan İngiliz ekonomist Thomas Robert Malthus tarafından ortaya atılan nüfus teorisi ile toplumların büyümesi, nüfus artışı riskli olarak değerlendirildi. Malthus’un teorisine göre, nüfus katlanarak artarken, nüfusu besleyen kaynaklar aritmetik oranla artar. Bu dengesizlik aşırı bir nüfus artışını beraberinde getirecek, böylece kıtlık, savaşlar, salgın hastalıklar gibi nedenler sonucunda fazla nüfusun yok olması kaçınılmaz olacaktır. Oysa İslâm ne diyordu: “Fakirlik korkusuyla çocuklarınızın canına kıymayın! Biz onların da sizin de rızkınızı veririz. Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır.” (İsra Suresi 31. Ayet)
Evet, işte istatistikler, değerlendirmeler yukarıda. İyi de biz bu hale nasıl geldik? Durduk yere mi, evlilikler azaldı, boşanmalar arttı. Çocuk oranı aile başına 1,50’nin de altına indi. Bu gençler neden evlenmiyor, neden kanaat etmiyorlar, neden hep istiyorlar, neden çoğu şeyden şikâyet ediyorlar, neden kendi değerlerine, dinlerine yabancılar… Neden, neden, neden? Soruları çoğaltmak, sorunların çokluğunun tespitine dair ufuk açıcı olabilir. Ama bu işler, gerçekten bu meseleleri dert edenlerin işi. Devlet onları bulup, icracı eylesin. Bununla birlikte, yukarıdaki nedenlere ve daha fazlasına şöylece genel bir cevap verebiliriz:
Birileri, toplumumuzun temel taşı ailemizi ifsat etme projelerini daha II. Dünya Savaşı yıllarında Siyonist Filozof ve Sosyologlar aracılığıyla planlayıp, gereğini adım adım işletirken; bizim bürokratımıza düşen “İstanbul Sözleşmesini” kabul eden ilk ülke olmak için çaba sarf etmek miydi? “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” temalı Unicef Projeleri uygulamak mıydı? “Baba otoritesini” yerle yeksan eden düzenlemeler yapmak mıydı? Eşcinsellik ve her türlü cinsel sapkınlığı hoş görmek miydi? Ar, namus gibi geleneksel ve dînî değerlerimizi örseleyenlere alan açmak mıydı? Çocuk seslerinin yerlerini kedi-köpek seslerinin alması için abartılmış hayvan hakları bildirgeleri mi hazırlamaktı? Her türlü rezilliğin izlenebildiği Özel TV Platformlarına izin mi vermekti? Kadın hakları derken, kadına pozitif ayrımcılık derken; evinde işinde-gücünde olan ve evlat yetiştiren kadınlarımızı sokağa çıkarmak için, iş hayatına katmak için projeler geliştirmek miydi? Kadınlarımız hem çalışıp hem nasıl annelik yapacaklardı acaba… Sayın Cumhurbaşkanımız yıllardır en az 3 çocuk diye haykırırken, aksine politika ve uygulamalar mı geliştirmekti? Bilgiye ulaşım bu kadar kolaylaşmışken, eğitim sürelerini uzatan uygulamalara mı geçmekti?
Yıllar önce de benzer şekilde yazdığımız üzere; şimdi yapılması gereken, 3 çocuğu olan anneye yarım asgari ücret ve emeklilik hakkı vermektir. 4 ve üzeri çocuğu olan anneye de tam asgari ücret ve emeklilik hakkı vermek ve bu annelerimizi “evden çalışma” kapsamına almaktır. Diyanet İşleri Başkanlığımızın Cuma hutbelerinde irad ettiği üzere; Peygamber Efendimiz, “Nikâh benim sünnetimdir. Kim benim sünnetime uygun davranmazsa benden değildir” (İbn Mâce, Nikâh, 1.) buyurmuştur. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de evlilik ile ilgili şöyle buyurmaktadır: “Eşleriniz, elbisenin bedeni koruduğu gibi sizi haramdan koruyan bir örtüdür; siz de aynı şekilde eşleriniz için bir örtüsünüz.”(Bakara - 187.Ayet) Görüldüğü üzere, Müslümanın referansı olan Kur’an ve sünnet de evliliği teşvik etmektedir. Çok sık tekrar edildiği gibi toplumun temeli ailedir ve ailenin temeli evliliktir. Bu evliliklerin meyveleri çocuklardır. Çocuklar, neslimizi ve devletimizi devam ettiren nüfusu oluşturur. Nitekim nüfus, aynı zamanda nüfuz demektir.
Es-selam…