İslam, her döneme hükmedebilen evrensel bilgi ve doğruları kitabı Kur’an-ı Kerim’de barındırır. Bu onun kendisine münhasır mucizevi özelliklerinden sadece biridir. Geçmişe, günümüze ve geleceğe yönelik etkili ve çözümcü yargıları O’na ebediliği katmıştır. Bu durumdan rahatsız kitleler yok değildir. Günümüzde “Kur’an-ı Kerim’in genel geçer yargılarını insanlığın, koşulsuz kabul anlayışı ile değil de; bu yargıları herkesin kendince okuyup yorumlamaları ve sonucunda insanların özgür düşünce ile dini kural ve kaideleri daha sağlıklı değerlendirebilecekleri” görüşü ve düşüncesi ısrarla savunulmaktadır. Bu sayede insanlar, sözde dinin baskıcı tutumundan kurtularak, kendi özgür iradeleriyle naslara bağlı kalınmadan İslam’ı yorumlayabilecekleri ve böylece insanlık adına daha doğru değerlendirmeler yapılabileceği ifade edilmektedir. Dinin müşterek düşmanlarınca ortaya atılan bu tarz fikirlerde asıl amacın İslam’ı basitleştirmek, yozlaştırmak, O’na zarar vermek, kısacası âlemşümul özelliklerini etkisiz kılmak olduğunu görmemek için adeta insanın kör olması gerekir. Tabi ki bunlar beyhude uğraşlardır. Allah’ın muhafazası altındaki bir dine zarar verme düşüncesi kimselerin haddine değildir? Ancak şu noktada haklarını teslim etmek gerekir ki; Müslüman kitleleri kendi amaçları doğrultusunda istenilen kıvama çekebilmekte ve getirebilmektedirler.
Malum kesimler menfi hedeflerini adım adım icraata dökerken, hedef toplumların uyanmaması veya onlardan tepki çekmemek adına insanlığın önüne “Bilim ve Akıl” gibi kavramları ilahlaştırarak sunmaktadırlar. Nitekim 20. Yüzyılda ve 21. Yüzyılın başlarında özellikle Batı eksenli akımlar etkisiyle “Tanrı” olarak insanlığa bu iki kavram sunuldu ve her alanda kurtuluş abidesi olarak ilahlaştırıldı. Bilim ve akıl ile aşılamayacak engelin, ulaşılamayacak mesafelerin bulunamayacağı, toplumların ilerleme ve refah noktasında ve de mutluluklarında yegâne anahtarın bilim ve akıl olduğu sürekli vurgulandı. Maddi anlamda gelişmeyi ve ilerlemeyi hızlı etkileyen kimi özelliklerin -sömürü gibi- üzeri kapatılıp sadece ve sadece bu iki kavram uygulamada aktif işlenirken ve dolayısıyla da başarılı olunurken fırsat bu fırsat denilerek insanlığa farklı bir algı daha dayatıldı. O da: “Bilim ve aklın olduğu yerde ‘din’ gibi geleneksel çağ dışılıkların, hurafelerin yer alamayacağı; bunların olsa olsa insanlığı gerilemeye götüren çağ dışılıklarla eş değer yapıları içerdiği” algısı insanlığa kesin bir dille işlendi. Hâlbuki bunlar yanıltmacalardan ibaret durumlardı. Kimi kitlelerin ve özellikle de Batı’nın bilinçaltındaki din ile olan sorunlarının, Karanlık Çağ olarak nitelendirilen Orta Çağ’da insanlara uygulanan akıl almaz kilise baskılarının bir nevi dışa yansıması ve adeta o günlerin intikamıydı. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun da ifade ettiği üzere; Bilim ya da bilim adamı denilince aklımıza ilk gelen isim Albert Einstein’dir. Kendisinin “Yahudi Tasavvufu” adında bir kitabı mevcuttur. Bu eser bilimle dinin bağdaşamayacağı anlayışını ya da bilim insanında dinin olamayacağı algısını kökünden yıkan örneklerden sadece biridir.
“Akıl ve Bilim” ilerleme noktasında önemli unsurlardır. Bu durumu kimse yadsıyamaz. Ancak birbirlerinden tamamen bağımsız, birinin sonuçları insanlığın somut yönünü teşkil ederken; insanlığın manevi kanadını oluşturan “Din”in neden aklın ve bilimin önünde, yani ilerlemenin önünde bir engel oluşturabileceğinin mantıklı bir açıklaması hala mevcut değildir? Eminim birçoklarının cevabı şu basit yargı olacaktır: “Bana gelişmiş bir Müslüman ülkesi göstersene…” “Devamı Haftaya”