Türkçe, kökleri binlerce yıl önceye uzanan dünyanın sayılı dilleri arasındadır. Yapı itibariyle sondan eklemeli, köken bakımından Altay ailesine mensuptur. Türkçemiz başlı başına çok zengin ve köklü bir dil yapısına sahiptir. Bu durumu Türkçenin gerek yazı dilinde gerek sözlü olarak düşünceleri ifade etme noktasında; hiçbir yabancı kelime, deyim, kavram ve terime ihtiyacı olmamasından görebiliriz. Çünkü ifade edilmek istenen düşüncelerdeki her bir terimin, kavramın ve kelimenin dilimizde mutlaka karşılıkları mevcuttur. Olmasa dahi çok basit bir yolla kelime köklerinden hızlıca türetilebilir.
“Türkçemiz ses, kelime ve dil yapısı yönüyle çeşitli zenginliklere sahip sondan eklemeli bir dildir. Günümüz araştırmaları ‘Türkçenin beynin işleyişine uygun ve zihinsel becerileri geliştirici özellikler taşıdığını’ göstermektedir. Özellikle ses zenginliği, ses-harf ilişkisi, kelime tanıma, hece ve kelime türetme, zihinsel sözlük geliştirme gibi özellikler hem zihinsel becerileri geliştirmekte hem de eğitim öğretim sürecinde kolaylıklar sağlamaktadır. Bu nedenle Türkçe çoğu dile göre daha kolay öğrenilmektedir. Bu durum Türkçemize öğretim üstünlüğü sağlamakta, yeni düşünceler üretme, sorgulama ve zihni yapılandırmaya katkı sağlamaktadır. Tarihsel süreç içerisinde Türkçemizin büyük filozofların ve bilim adamlarının dili olması bunun açık göstergesi olmaktadır.” (Güneş Firdevs,(2016),”Türkçenin Öğretim Üstünlükleri ve Zenginlikleri”, MEB Yayınları,45(210), s. 111)
IASCL adlı bilimsel bir örgüt var. Çocuklarda dil meselesini etüt eden uluslararası bir kuruluş ve bu kuruluşun yayınladığı bir rapora göre Türk çocukları 2-3 yaş arasında konuşmaya başlıyorlar, Alman çocukları 4-5 yaş arası… Arap çocuklarında ise bu süre 12 yaşı bulmaktaymış. Evet, yukarıda da ifade edilen özellikler dâhilinde Türkçenin öğrenimi oldukça akıcı ve kolay olmaktadır. Ancak okurlarımızın aklına haklı olarak şöyle bir soru gelebilir; “Mademki Türkçe, bu kadar anlaşılır ve öğrenmesi de bir o kadar kolay ise; yabancı insanlar, dilimizi öğrenmekte neden zorluklar yaşıyorlar?” Bu durumu şu şekilde ifade edebiliriz: Dünya üzerinde herhangi bir çocuğa doğumdan itibaren anadil olarak Türkçe öğretilse ve Türkçe eğitim aldırılsa; bu çocuk diğer birçok milletlerdeki emsallerine oranla daha erken konuşacaktır. Ancak yetişkin bir insandan, sonradan dilimizi bu kolaylıkla öğrenmesini beklemek yersizdir. O kişi, Türkçeyi haliyle daha zor öğrenecektir. Çünkü birey ait olduğu toplumun bir parçasıdır ve doğduğu, büyümeye başladığı çevrede hangi dil konuşuluyorsa o dili yani anadilini öğrenecektir. Ana dilini edinmiş yabancı bir bireyden belirli bir zaman diliminden sonra -hele hele de dil yapılarındaki farklılıklar göz önüne alındığında- aynı rahatlık ve kolaylıkla Türkçeyi öğrenmesini ve konuşmasını beklemek doğru değildir. Buradaki zorluğun en önemli sebebi; Türk dilinin güçlüğünden değil, bireyin sahip olduğu dil yapısıyla Türkçe dil yapısı arasındaki farklılıklardan kaynaklı olmasıdır. “Devamı Haftaya”