Ne zaman geldiğini hissetsem, çocukluğuma giderim.

O zamanlar oruç tutmak bana büyüklerin yaptığı, sabır gerektiren ama çok özel bir şey gibi gelirdi.

İlk orucumu hatırlıyorum da, akşama kadar açlıktan bitap düşmüştüm. Annem “Öğleye kadar tut, alışırsın” demişti ama ben “Gerçek oruç olsun” diye inat etmiştim. İftara dakikalar kala mutfakta dizilmiş pideleri sayıyordum. O ekmeğin sıcak kokusu bile insanı doyururdu sanki.

Sonra sahurlar…

Küçükken zorla kaldırıldığımız sahurlar, şimdi özlediğimiz anılara dönüştü. O zamanlar uykunun tatlı yerinde gözümüzü açamazdık ama şimdi o anların kıymetini daha iyi anlıyorum. Annemin ince belli bardakta verdiği sıcak çayın kokusu hala burnumda. Babamın “Tam doyduğunu hisset, sonra su iç” diye tembihlemesi bile aklımda. Şimdi düşünüyorum da, sahur sadece yemek değil, aileyle geçirilen en özel anlardan biriydi.

İftarlara da ayrı bir anlam yüklerdim. Eskiden mahallenin en sevdiğim yanı, her evden yükselen mis gibi yemek kokularıydı. Hele ki biri pide alıp eve doğru yürüyorsa, kokusu tüm sokakta yayılırdı. Eskiden iftardan hemen sonra cami avlusuna çıkıp arkadaşlarla buluşurduk. Şimdi o eski mahalle yok belki, ama Ramazan ruhu hala içimizde bir yerlerde.

Zaman geçtikçe Ramazan’ın sadece aç kalmak ya da sofraları süslemek olmadığını anladım. Asıl mesele, iç dünyamızı da güzelleştirmekmiş. İhtiyacı olana destek olmak, kalp kırmamaya çalışmak, içimizde biriktirdiğimiz dargınlıkları silmek…

Bu yıl da Ramazan geldi çattı. Yine sofralar kurulacak, sahurda uykulu gözlerle çay içilecek, belki de yıllardır unuttuğumuz biriyle bir gönül bağı kurulacak. Ama bu defa, Ramazan’ı daha bilinçli yaşamaya çalışacağım.

Ruhumu da doyurmaya, affetmeye, anlamaya…

Çünkü Ramazan, sadece açlıkla değil, içimizi güzelleştirmekle tamamlanıyor.

Hayırlı Ramazanlar!