Hayatın hitâmı memat. Ölüme kurulmuş bir saatin çalışmaya başlamasıdır, diye tanımlamıştım hayatı. “Her nefs ölümü tadacaktır…”(Enbiya-35) ve sırası gelen ölümü tadıyor. “Küçük Kıyamet” her zaman sıralı gelmese de sırası gelenin Kıyameti kopuyor. Ölüme çare, “ölümü de öldürmek” belki de. Ve teslim olmak; yaşamın da ölümün de sahibine…
Ölüm, bedenî canlılığın sona ermesi malum. Başta nefesin kesilmesi olmak üzere hareket ve yeme-içmenin bitmesi. Canlılığın devamı için ise tam tersine soluk alıp-vermenin, yeme-içmenin devam etmesi gerekiyor. Birbirini bitiren, birbirinin tam zıddı iki hâl. İnsanoğlu, her nasılsa bu iki zıt hâli de bir araya getiriyor ve ölü ile yemeği ya da “cenaze ile yemeği” aynı hanede buluşturuyor. Hem de “ağızların tadını fena bozan, ölümün hemen sonrasında”. Neden bahsettiğimi anladınız. Memlekette, epey zaman önce bir cenaze yemeği furyası başladı ve devam ediyor.
Cenaze yemeği âdetinin kökenine dair kaynaklara baktığımızda, İslâm tarihinde cenaze evine gönderilen ilk yemeğin, Hz. Ca’fer (r.a)’ın evine üç gün yemek yapılıp gönderilmesinin olduğunu görüyoruz.
“Hz. Esmâ ve çocukları Hz. Ca’fer (r.a)’ın yolunu gözlüyorlardı. Şehid olduğundan haberleri yoktu. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz evlerine geldi. Çocukları sordu. Esmâ (r.anhâ) çocukları Efendimizin yanına getirdi. Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz onları bağrına basıp öptü. Başlarını okşayıp kokladı. Yüzlerine bakarken kendini tutamadı ve mübarek gözlerinden inci tanesi yaşlar akmaya başladı. Onun bu halinden şüphelenen Esmâ (r.anhâ):
“Ya Rasûlallah! Yoksa Ca’fer hakkında sana bir haber mi geldi?” diye sordu. İçin için ağlayan Efendimiz yanık yüreğiyle: “Evet! Ca’fer bugün şehid oldu” buyurdu. Hz. Esmâ (r.anhâ) bu acı haber karşısında kendini tutamadı. Ağlamaya ve dövünmeye başladı. Rahmet Peygamberi Efendimiz onun bu halini hoş karşılamadı ve şöyle buyurdu:
“Ey Esmâ! Artık hayat boş şey deme. Ağzından uygunsuz ve kaba söz kaçırma. Göğsünü de dövme” tavsiyesinde bulundu.
Hanımlar Hz. Esmâ’nın başına toplanmışlardı. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz oradan ayrılıp doğru evine geldi. Annelerimize yemek yapıp Ca’fer (r.a)’ın evine göndermelerini söyledi ve: “Onlar için yemek hazırlayınız. Onlar yemek yapabilecek durumda değillerdir” buyurdu. (Bkz: Kaynak: Mustafa Eriş https://www.yeniakit.com.tr/
Sonra bu âdet değişti. İnsanların gelirlerinin artmasından mıdır, hazır yemek sektörünün gelişmesi ve hazır yemeğe erişimin kolaylaşmasından mıdır bilmem. Belki de toplumdaki iyi komşuluk ilişkilerinin bozulması ve yozlaşma nedeniyle insanların birbirlerinin cenazesine bile gitmemeye ve cenaze evine yemek götürmemeye başlamalarındandır. Artık, cenaze evine yemek götürülmüyor. Aksine, cenaze evi, cenaze namazına katılanlara, taziyeye gelenlere yemek veriyor. İnanılır gibi değil. Ailenin yüreği dağlanmış, anasını, babasını veya evladını kaybetmiş. O sırada dünya umurunda değil. Buna rağmen yemek yaptırmakla uğraşmak zorunda. Olacak iş değil ama son otuz yıldır, oluyor maalesef.
Rahmetli anacığımın ani vefatı sırasında şahsen biz de yaşadık bunları. Kendisini sevip-saydığım bir büyüğüm, vefat haberini almış ve beni aradı. Teselli ettikten sonra, “senden rica ediyorum, defin sonrası sakın cenaze yemeği vermeyin. Şu işi kaldıralım” dedi. Büyük acımıza, iki gözümüz iki çeşme olmasına rağmen “olur kaldıralım” diyemedik. “Bir yemek de vermediler” derler, diyerek belki de kınanmaktan korktuk. Tek yapabildiğimiz, yemeği definden hemen sonra mezarlıkta değil de evde verebilmek ve bir hafta sonra toplu cenaze yemeği vereceğimizi ilan etmek oldu.
D E V A M E D E C E K
Es-selam.