Biliyorum her tren gelişinde, burası, senin için sadece bir tren garı olmaktan çıkıyor. Senin için, bu mekân, bu eski gar, artık bir oyun parkına dönüşüyor…
Bütün bunları niye dediğimi çok iyi biliyorsun. Çünkü seni iyi tanıyanlar, yüzünde hep bir tren gördü…
Sana yerleşecekleri yeni evlerinin imkânlarından, zaman geçirebilecekleri geniş parklardan, son model arabalarından, çocuklarının geleceklerinden, gençlik aşklarından bahsedenlere hep aynı şeyi öğütledin:
İnsan isterse, dedin, insan isterse, bir mutluluğun ömrünü uzatabilir.
Ve ekledin; insan, trenler sayesinde, sanıldığının aksine yaşlandıkça yalnızlıktan kurtulur, onlarla söyleşecek hususi bir dil kurar. Dahası; trenleri sevenler, hep aynı yaşta kalır…
Normalde az konuşursun, kimse çözemez içinden neler geçtiğini. Ta ki gözlerin bir treni görmeye dursun. Dünyanın en lezzetli yemeklerinin olduğu bir sofraya oturmuş gibi, keyiflenirsin. Ardından; en hünerli dilbazları bile kıskandıracak bir özenle trenlerini anlatmaya başlarsın.
***
Gel istersen, aşk öykünden bahsedelim biraz.
1979 yılında Almanya’da doğdun.
Ferdi Tayfur, Almanya Trenini seslendirdiğinde henüz iki yaşındaydın.
Rahmetli Baban Eyüp Erdoğan, sıla özlemine dayanamadı ve 1985 yılında baharında Sivas’a döndünüz.
Trenlerle ilk temasın 1986 yılında gittiğin Kars yolculuğuydu.
Ama tutkunun hamuru, 1992 yılında Eski 4 Eylül stadyumunun yanında kurulan fuar oldu.
Fuarda, TÜDEMSAŞ’ın ve 4. Bölge’nin standı vardı.
Bazen insan eşyayı değil eşya insanı bekler. Stant da yer alan tren maketleri de adeta seni bekliyordu. Çünkü ne o fuarı, ne de o fuardaki tren maketlerini senin kadar göğsüne sıkıca sarıp evine giden olmadı.
56 binlik Buharlı yük Vagonu, ilk göz ağrındı.
Sivas TÜDEMSAŞ’da 1961 yılında üretilen Bozkurt, yine aynı dönemde Eskişehir'deki TÜLOMSAŞ firması tarafından üretilen Karakurt, 2 tane yük vagonu ilk öğretilerin oldu… Hepsiyle ama hepsiyle aşk sözleşmeni imzaladın…
Tahtaya çivi çakılmıştı artık.
Trenlerin uykularından çıkmıyordu.
Mutlaka ama mutlaka trenlerini evlerinde ziyaret etmeliydin.
Bir yıl zor dayandın.
Gözünü kararttın.
14 yaşına gelmiştin; Gara gittin.
Tarihi gar binası da 60 yaşına yaklaşmıştı.
Senden önce o kadar çok misafir ağırlamış, o kadar çok yolcu uğurlamıştı ki, hemen anladı, yolcu olmadığını.
Belliydi.
O kadar çok heyecanlıydın ki, oğlunun yemin törenine katılan aile, sevgilisinden evlilik teklifi alan genç kız, bir sezon boyunca gol atamayan ve attığı golle takımını küme düşmekten kurtarıp röportaja hazırlanan santrafor ama hepsi, hepsi, senden daha sakindi...
Ama gizemli halinde gözden kaçmıyordu.
Gar kapısından bir telaşla girip, taze simitlerini bağıra bağıra satmaya çalışan simitçi, tehir yapan trenlerinden neredeyse umudunu kesmek üzere olan bekleme salonunun da ki yolcular, yolculara gazete almasını işaret eder gibi on dakika da bir gazete reyonunu düzenleyen gar büfenin emektar işçisinin o kadar dikkatini çekmiştin ki, kimse oraya niye geldiğini kestirmiş değildi.
Bir ara, bilet satan gişedeki personelle göz göze geldin…
Deneyimli personel, sana şöyle bir baktı.
İçinden bu çocuk, bu çocuk bir trenle ailesinden kaçıp çok uzaklara gitme niyetinde diye düşündü…
Oysa sen, tam tersine, oradaki bütün trenleri alıp evine kaçırma niyetindeydin.
O gün, kendine bir söz verdin. Tren kokularının içinde kalmak, tren gibi kokmak için ne gerekiyorsa yapacaktın…
Gardan ayrılırken, duvardaki devasa Tren resmine ilişti gözün.
İçinden, makinist olmalıyım dedin, sonra vazgeçtin, odacı, tatarakcı ne olursa olsun dedin…
Belliydi.
Bağlılık ipin henüz kalınlaşmamıştı ama bir gençlik aşkı olarak da kalmayacaktı…