Seyyahların notlarını gözden geçirdikleri odalarında şimdi çay ocakları var. Kravatlı memurları, üst katında pek görmedim. Odalarına her girişimde Çuniçiro Tanizaki’nin Gölge’ye Övgü kitabında bahsettiği Japon mimarinin loş ışıklı odaları aklıma gelir. Demir kanatlı ve yuvarlak kemerli üç girişinden Cami’yi karşısına alan doğu girişini merdivenlerden dolayı ihtiyarlar pek sevmiyor. İtiraf etmeliyim; etrafını süzüp avluna dâhil olanlar tarihi sevmeye başlıyor. Avluna girenlerin gözü önce kuzey güney yönünde uzanan altı sütunun bağladığı revaklara takılıyor. Revak bölümünün gerisindeki dükkânlara sıra gelmeden sabırsızca fotoğrafa giren üst kattaki revaklar ve kemerlerle oluşan beşik tonozlar hakkındaki en derli toplu cümle gibi dursa da; avlunun ortasındaki elips havuz ile ağzından su akan iki adet çift başlı aslan ise bütün kıskançlığıyla söze giriyor... Bak işte; beyaz keten elbiseli gurbetçi, o kadar susamış ki, aslanbaşlı çeşmenden doya doya su içiyor; sırayı kimseye verme niyetinde değil. Ağır ağır yürüyen ama yine de çok yorulan şapkalı dilenci, su sırasına girse de; gözü çay keyfi yapanlarda. Hastalık korkusuyla uzun süredir evinden çıkmayan emekli muhasebeci, bir an önce sıranın kendine gelmesini bekliyor ancak ağzındaki maskesini çıkaracağı içinde tedirgin. Avlu kalabalıklaşıyor… Eli yarım saattir tavlada düşeş bekleyen asabi dükkân sahibi, bir taraftan girenleri çıkanları süzüyor, bir taraftan da İstanbul’dan yeni getirdiği çantaları yeterince serpiştiremeyen kasiyer kıza kötü kötü bakıyor… O sırada saçlarını ablasına taratan küçük kız annesinin elinden çantalara doğru fırlayınca, biraz da olsa neşeleniyor; sırası gelen şapkalı dilenci ise su içiyor; ev sahibiyle kira artışı yüzünden tartışan kiracı çayını yarıda bırakıp öfkeyle dışarı fırlıyor… Kiracının terk ettiği masanın tam arkasında oturan eski bir dernek başkanı bu olayı fırsat biliyor ve çantasından Helene L’Heuillet’in Gecikmeye Övgü kitabını çıkararak, iki saattir uykusuz gözlerle kendisini dinleyen sendika üyesine, mütefekkir edasıyla şu sözü mırıldanıyor: Uykusuzluk uygarlaştırıcıdır… Ah unuttum; köşeni ama köşeni pek konuşamadık… 1920’li yıllarda güney-doğu cephene -art deco tarzda- iki katlı olarak yapılan muhdes (ek) binaya alışsan da; güney-batı hattını saran ek’e pek ısınmadın. Kızgınlığını anlayabiliyorum yapıldığı vakit senin saçak seviyesinden bir kat daha fazlaydı sonradan bir katı alınsa da hala aklın o halinde. Köşe bina olarak anılmayı pek istemiyorsun. İlginçtir ihtiyaç olarak da görmüyorsun ama bir kaide titizliğiyle yerini aldığın köşen de zarif adamlar bekleyince de keyif alıyorsun… Kızma ama köşende çorap satan satıcı, ısrarla ama ısrarla köşeni tutuyor. Hatta kuyumcu dükkânındaki altınlardan daha kıymetli gördüğü yün çoraplarını neredeyse köşeni kapatacak şekilde diziyor. Sen köşe değil de sınır lafını seviyorsun. Kızılırmağı seyrettiğin günler aklına geliyor. Atlarıyla seni izleye izleye gelen misafirlerini çok özledin biliyorum. İnan bende çok isterdim onlarla tanışmayı. Sırlarını ne de olsa onlar biliyordur. Bir turist rehberi şöyle demişti: Tarihte hiçbir yapı, Han’lar gibi yol tarif edemez. Haklı da galiba; Faruk Nafız Çamlıbel Han duvarları şiirinde öyle seslenmiyor mu? Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!/ Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,/ Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!.. Gün akşama dönerken; cephendeki birbirini tekrar eden üçgen alınlıklar, uçmaya hazırlanan kuşların kanatları gibi… Bir tek şaşkın dilenci, sevmiyor şehrin bu halini; sen ise tam tersine çok seviyorsun; hakikat de bu zaten; karanlığı ışıtan duvarların, şehrin bütün yalanlarını unutturuyor… Dur; elinde not defteri olan biri içeri giriyor: Necip Fazıl olsaydı: İşte işte, markalı mendil gibi ithaflı şiir dokumacısı şair, kapından giriyor derdi: Üzgünüm ne köşeni anlatan, ne de seni anlatan bir şiir var… Yaz misafirlerinden bazıları seni bir gemiye benzetiyor… Ben ise seni eski bir gramofona benzetiyorum; Hafız Burhan çalıyor şu an: amannn; amaannn çekince taşların titriyor… Özlemin işiteceği tek bir kelime kaldı artık: Seyyan Hanım’da sıra: O gözler bana eskisinden yabancı… Tekrar canlandı şairin inleme ve irkilmeleri; herkes ustasından alır ölçüsünü… Etrafında acemice inşa edilen binalara bakıp, ustalarından aldığın ölçülerinle şımarmaya devam ediyorsun; haklısın da…