Yaptıklarımız ve yaptıklarımızdan elde ettiklerimiz, elbette olumluları ve artı puan sayılabilecek olanları, para kazanmak, yarışma kazanmak, ün kazanmak, mal mülk sahibi olmak, hayatını kazanmak, beceri kazanmak, meleke kazanmak gibi birbiri ardına sıralayabiliriz... Bunların hepsi başarılı olmanın ölçütleri sayılabilir. Böylelikle de çabalar sonunda elde kalan, sağlanan fayda, karşılanan bir gereksinim... Ama ne yazık ki hayatta en çok karşılaşılan kâr hali...
Doğal olarak günümüzde yaşadığımız kentlerde mimarlık faaliyetiyle ortaya çıkan ürünü bir yatırım aracı olarak düşündüğümüzde, kar zarar oranı da bu işin önemli girdisi gibi gözükür. Buradan hareketle şu soruları sorabiliriz o zaman. Mimarlıkla neler kazanılabilir, insanlara neler kazandırılabilir, mimarlar insanlar nasıl yönlendirilmeli, aslında ne kazanmalı ne kazandırmalıdırlar. Durumu yapılı çevre üzerinden örnekleyecek olursak; mimarlığa ilişkin bu kazanımlar, düzensiz ve ruhsatsız yapılaşmanın yaygın olduğu bölgelerde bilinçli bir irade sonucu ya da ekonominin doğal yasalarına bağlı gelişmektedir. Yaşamını sürdürme ve buna bağlı olarak barınma ihtiyacının karşılanması birincil faktör olmaktadır. Büyük şehrin pahalı barınma ve ikamet sorununa yanıt olarak gelişmiş olan, öncelikle yerleşime uygun bir alanın yerel otorite tarafından kontrol altına alınması, daha sonra gereksinim sahiplerine yasal imar koşulları altında -inşaaya fırsat veren bölgedekilere nazaran mukayese edilemeyecek ölçüde- ucuza satılmakta ve olabilen en düşük maliyetle inşaa edilip yapılaştırılmaktadır. Ancak bu durumun tersine, yıllarca toplum otoritesinin denetimlerinden sıyrılmayı başarabilen ya da ona karşı kendini savunabilen bir inşaa çevresi ve sosyal yapı da oluşmuştur. Bu yapılanma bu güne kadar kendini savunabilmeyi başarabilmiş ve yaşamını sürdürebilmenin güç koşulları altında gereken mücadeleci yaşamın, gerek sonucu, gerekse 'mecburiyeti' nin getirdiği koşullar ve güçle kentin boş alanlarında sığ da olsa kök salmıştır. Daha sonraları başbaşa kalınan 'emr-i vaki', halihazır durumu imar afları, gecekondu islah çalışmaları, önleme çalışmaları, imar ıslah planlarıyla sonuçlanmıştır.
İmar ıslahının ilkeleri, yeni yaşam çevrelerin eksik donatılarının sağlanması amacını taşıyordu. Yol, elektrik, su, eğitim yapıları ve diğer temel gereksinim eksiklerinin giderilmesi, daha sonraki aşamada ise yeşil alan, oyun alanları, kültürel donatılar, düzensiz ve kendi kurallarına sahip bu çevrelerde düzenli toplum gereksinimleri, kamu yönetiminin, toplumsal denetiminin yerleşmesi gerekecekti. Okullar, yönetim binaları, sağlık ve kültür yapıları gerekecekti. Tatmin olan temel gereksinimler doyacak, yerini üst yapısal olanlara bırakacaktı.
Büyük şehirde ağır yaşam mücadelesiyle başbaşa kalan insanların, ağır mücadeleleri ve sonuçları Yeşilçam melodramlarına bile konu olmuştur. Toplum genelinin vicdanında da bunun böyle yer alması kaçınılmazdı. Doğa içinde yağmur altında kalan bir insanın sığınacak bir kovuk bulması ya da ıssız adada yapraklardan bir korunak yapmaktan başlangıçta farkı yoktu. Nitekim hukukçu Safa Erkün' ün ifade ettiği şekilde, 1961 anayasasının ‘Baba Devlet gereksinimlerini karşılamakla kendisinin görevli olduğu evladının barınma ihtiyacını karşılanması’ anlayışına sahipti ve toplumumuz da bu hoşgörü denilmese bile ‘anlayış’ a sahipti.
Gerçi mimarlar, büyük şehre olan bu hücumun büyük bir nüfus patlamasının olacağını çok önceleri öngörmüşler hatta çare olarak göçmen nüfusa uydu kentler hazırlamayı bile önermişlerdi, ancak sorunlarla 'günübirlik' mücadele, karşıdan gelen görüldüğü halde hazırlıksız bir başbaşalık ortaya çıkardı. Oluşturulacak yeni yerleşmelere personel vermek bile olanaksızdı. Oysa bu gün aynı maziye sahip yerleşmelerin değil idari üniteleri, eğitim üniteleri gibi birçok kentsel donatı bulunmaktadır.
Ancak öncelikle yoklukların, çaresizliklerin sonucu olan bu gelişmenin, toparlanması evresinde, yine gelişmeler ve yapılaşmayı sağlayan aktörlerin, tarafların, yeni davranışlar, yeni duygu ve duyum, özlemleri oluştu, yeni gereksinimler ortaya çıktı. Toplumun sorunsuz kesimlerinin ya da müttefik fikirli oldukları düşünce yapılarının kavramlarına göz atacak olursak; bu yerleşmelerde ikamet edenler, 'işgalci', 'arazi hırsızı', 'haksız kazanç sahibi'; yerleşme ve yapılar ise 'kaçak', 'ruhsatsız', 'gecekondu' olarak tariflendi...
Evet, bir takım insanlar geliyor etraflarında beliriyor ve yapılarının etrafını yapılarla dolduruyor, otobüslerde ve yollarda kalabalıklar oluşturuyorlar, sürekli sorunlara yol açıyorlardı. İşe gitmekte güçlük çekiyorlardı. Eğlenecek vakit geçirecek, oyalanacak yer kalmıyordu. Sorunlarının çözümü büyük kente ve 'asıl sahip' lerine ağır bir yükleme yapıyor, önemli bütçeler oluşturuyordu. Yolların yapımı su ve elektrik verilmesi, altyapı hizmetlerinin yerleştirilmesi ve toplumsal düzenleyici fonksiyonlarının yerleştirilmesinin 'normal vatandaş' a maddi yükü ağırdı. Manzara bozuluyor, gezecek yer kalmıyor, estetik değerler altüst oluyordu. Ortaya çıkan durum ister bir felaket, ister bir hizmet fırsatı, ister bir icraa, ister bir mücadele alanı, isterse bilimsel inceleme konusu olsun, ortada olan önemli, kendi kaynak potansiyel, gereksinim ve olanaklarına kendi içinde sahip bir sorunla karşı karşıya, yaşayan, yöneten, uzman, kim olursa olsun bir anlamda olanakları geniş bir soruna sahipti.
Dolayısıyla bu alanda yapılacak olanlar bu işi kim yapacak, neden yapacak, motivasyonu nedir, nasıl yapılacak, iktisadi ve kullanım olarak tümüyle yerleşeni ilgilendiren ve kullanımında olan alanlar olduğu ve olacağı için yapılacak olanlar, gerçekleştirme olasılığı yüksek öneriler olacaktı... Bugün, tatmin olan ihtiyaçlar, bastığı yerin sağlamlaşması, belirli bir doygunluğun oluşabildiği büyük kent yaşamı, toplumsal üst yapısal gereksinimler evresine gelmiş bulunmakta. Sonrasında olacak olan nedir, hızlı gereksinimleri ağır, fazla düşünmeye olanak tanımayan yaşamda içgdülerin ağır bastığı ve yönlendirdiği yaşam sürme, çevre oluşturma ve gelecek oluşturmada bu evrede bilinç evresine erişmiş olsa gerek. Yapılmışların ve geleceğe doğru yapılacak olanların belirlenmesinde öneriler geliştirmek, özsavunma içinde olmak yerine katılımcı tavırları ve davranışları gündeme getirecek, ortaya koyacak olsa gerek.
Toplumsal düzenleyici otorite, uzman, yarar sahipleri ve bu anlamda taraflar ne tavır çıkaracaklar.
Yavuztürk mahallesi (Üsküdar İstanbul)
Yarın devam edecek