Kadınlar, incecik sesleriyle, yanlarındaki erkeklerine tam köşeni dönerken, ‘pirzolalık et gelmiş midir’ diye soruyordu sıkça… Çarşamba pazarında dakikalarca patatesleri inceleyen memur emeklisi yaşlı kadın, şapkasını her seferinde vitrinin önünde düzelten atölye işçisi, henüz yeni çift olmuş acemi yaşam havarileri, Yalçın sinemasının müdavimlerinden bıçkın delikanlı, ama herkes, herkes tuhaf bir incelikle, önünden geçerken, mahallenin ortasına sayende iliştirilen aşk halini yaşıyor ve sırasıyla kibarlaşıyorlardı…
Neticede bir kasap dükkânıydın… Üstü ev, altı dükkân olan iki katlı bir yapı, penceresi, kapısı bilindik yapı rehberinin basit emareleri işte, dahası cam vitrini ve tabelasından başka neyi var ki… Peki öyleyse, niye dedim içimden, niye, bu mekân, mahalleli olmanın sertifikasını başka bir mekâna bırakmak istemiyor…
Sanki, Yayla Kasabı yani, bu iki kelime, Altuntabak mahallesinde; mahalle kültürüne, orta sınıf inceliğine dahil olmak için mahallenin kulağına fısıldanmış birer şifre gibiydi…
Atölye borusunun dağıttığı işçiler, Dört eylül Ortaokuluna, Ticaret Lisesine giden öğrenciler, Çıraklık okuluna gitmenin gurunu taşıyan geleceğin demiryolcuları, Sivas-Kars arası tren yolculuğunu sonlandırıp, bir sonraki yolculuğunu planlayan kondüktör, yeni hayatında akrabalık bağından vazgeçeceğini söyleyerek amcasına kızan kepçe operatörü, 1974 model Murat 124 otomobilinin camından kolunu sarkıtarak keyfini mahalleliye gösteren acemi şoför, Tuna Sporun genç takımında oynayıp nadiren kadroya giren ama birgün gol kralı olacağına inanan uzun saçlı delikanlı, şehrin imkânlarından vazgeçip köşene sığınan muhasebeci, kimler ama kimler, vitrinine bakıp; mahalledeki varlığına şahit oldular…
Öyle büyük arzuları olmadan, -birbirini sırtlayan- bahçeli evlerde yaşayanlar için mutluluğun iptidasıydın…
Her ne kadar, topaçlarının sesleri yumuşarken, vitrinini umursamayarak, gözleri, tam karşındaki bakkal Ali’nin dükkânına ilişen çocuklar olsa da;
Yayla kasabından et almayanların hiç doyamayacağını sanan çocukların sayısı, azımsanmayacak kadar çoktu...
Biliyorum, her masum gözün güzelliği düşerken vitrinine; mahallenin ölüp gitmesine sızlanıyordun, en çok buna kahırlandın… Bir konuşsan gölge vurmuş dağlar kadar ıssız kalacak o kadar çok şey vardı ki etrafında...
Bugün az değişen vitrinine odaklanan eski mahalleli, ıslak beze yatırılmış ağrılara benzer ağrılar çeke çeke hatırlıyor mahallesini….Bir terzi inceliğiyle, mahallenin eski kalıbını çıkarmaya başlayanların tek ölçüsü, senin kalıbın oluyor….Şöyle bir aşağı bir yukarı bakıp; şimdi yerinde olmayan çaprazındaki Kartal Kıraathanesini, tam karşındaki Bakkal Ali’nin dükkanını, daha aşağıda, sırasıyla; Berber Cafer Işık, Berber Osman Şahin Berber Fehmi Ataman’ın tek katlı dükkanlarını sıralayarak, mahallelerini yad edenler, 1994 yılında vefat eden Rahmetli Mehmet Er’in 1962 yılında açıp 1978 yılında şimdiki yerine taşıdığı Yayla Kasabı için diyorlar ki:
“Şu bir kez daha terk edilmiş olan kerpiç duvarlı ev, tam karşısında güneşini kesen sekiz katlı apartman, gece mahalleyi ışıklarıyla aydınlatan market, bozuldukça yenilenen kaldırım taşları, şehir mesailerine her sabah dahil olan yüzlerce araç, aşağıdan yukarıya doğru sıralanan evlerin arasına ulu bir boşluğu doldurmuşçasına gururla takılan site, hiçbiri ama hiçbiri mahalle tarifinde şirin Yayla Kasabı kadar marifetli değildi.”
Ve tam da bu noktada; Yayla Kasabı mahallesinde kaldığı yerden zikrine devam ediyor…
Çocukluğunu, gençliğini senin köşende mahalleli olarak tecrübe eden ve uzun yıllar yurt dışında eğitim alan biri, Paris yolculuğunun sonunda şunu itiraf ediyor:
Nasıl ki, Paris’in Montparnasse semtinde, 1911 yılında beri köşesinden kırmızı kırmızı gülümseyen kafe La Rotonde , sadece bir kafe değilse, 1970’li yıllardan günümüze Altuntabak Mahallesinde aynı köşeden görenlerine gülümsemeye devam eden Yayla Kasabımız da sadece bir dükkân değildir…
Şimdiler de çekilmiş etin adı, nasıl kıyma olduysa, Yayla Kasabının adı da Yayla Et Market oldu. Altuntabak Mahallesinin duygu karargâhı neresidir sorusunun cevabı olan bu şirin mekânı biz hep Yayla Kasabı olarak anacağız…
Bilmem zar mı atıyoruz; şehirli olmanın aşk halini bize öğreten Ömür Lokantası’nın başına gelenler, mahalleli olmanın aşk halini öğreten Yayla Kasabı’nın başına da gelir mi?