Necip Fazıl, 2 Temmuz 1943 yılında kaleme aldığı Zevk ve Şahsiyet adlı yazısında galizliğin en korkunç tezahürü olarak nitelediği Kübik binalar için “birer kümestir” der. O, genel olarak bir çok yazısında dönem mimarisinin baş imgesi olarak zikrettiği “kübik” ifadesini öne çekerek, kübik mimariyi şehrin ruhunu bozan baş fasad (bozguncu) olarak gösterir. Aslında ondan başkasında pek kullanımına rastlamadığımız bir tabirle kullanılan kübika terimiyle ne kadar basitleştirici ve alaycı kelime varsa harmanlanarak kübik mimari, yerden yere vurulur. Akla bu tabirin nereden çıktığı gelecektir. 1920’lerin ortalarından itibaren iyiden iyiye ağırlığını hissettiren modern mimarlık, Türkiye’de 1930’ların başından itibaren artık yavaş yavaş sıkılganlığın numunesi haline gelmiştir ki, netice de eleştiriler çıkmaya başlar. Her ne kadar İsmail Hakkı, son bir çırpınış olarak 1929 yılında kaleme aldığı Mimarîde Kübizm ve Türk An’anesi, adlı yazısında bütün dünyanın yeni mimarları gibi, Türkiye mimarlarının da tercihinin “kübizm” olması gerektiğini işaret etse de, başlangıçta heyecan yaratan modern mimari ve idealize ettiği şartlar, iyiden iyiye değişmiştir. İsmail Hakkı’nın hemen ardından Falih Rıfkı ise 1932 yılında artık modern mimarinin yersiz yurtsuzluğunun yanısıra birbirinin kopya ürünler olarak gördüğü apartmanları sadece beton sağanının numuneleri olarak tasvir eder. Öyle ki, ona göre, yeni İstanbul için zelzeleden ve alevden daha korkunç bir canavar olan bu san'atsiz beton canavarının çabukça sıkboğaz edilmesi gerekir. Necip Fazıl’da 1939 yılında kaleme aldığı Çam Ağacı adlı yazısında İstanbul için benzer tehlikeyi yakın bir dille tasvir edecektir. O da sırasıyla verem; yangın gibi tehlikelerden sonra nihayet yeni bir terbiye bozucusu olarak “Kübik evi” işaret eder. Evet, 1930’ların modern mimarlığını ya da kimliğini kısa yolla tanımlamak için kullanılan kübik terimi belki de, eleştirilerin mesafesini kolaylaştırdığı için sıkça tercih edilmiş olup eleştiri bağlamında fazlasıyla nasibini almıştır.
Yine birkaç örnek vermek gerekirse, “modern apartmanı bir ideal” olarak gören Peyami Safa için bile modernin başat imgesi olan kübik, artık bir belaya dahası-salgına dönüşmüştür. Benzer eleştirileri barındıran bir diğer isim Halide Edip Adıvar’dır. “Tatarcık” adlı romanındaki Kübik Palas adlı yapının üslubunu “münasebetli münasebetsiz lekeler, girintiler, çıkıntılar ve hiç beklenilmeyen yerinde üstü camla kaplı acayip balkonları ….” sözleriyle eleştirerek, “insan mimarın burasını bir sıtma nöbeti arasında düşündüğüne hükmeder" şeklinde hastalıklı bir yapı olarak anlatmaktadır. Aslında Adıvar’ın bu ifadeleri ondan yıllar önce Yahya Kemal’in, Kör Kazma adlı yazısındaki 'apartmanlaşma sarası' ifadesini anımsatır. Görüleceği üzere, 1940’larda Necip Fazıl’ın modern şehre bakışını adeta iğva eden ve -işporta malı- gibi alaycı bir tabirlerle süslenen “Kübika” ona gelene kadar olumsuz manada fazlasıyla zikredilmiş olup, bu yöndeki eleştiriler, Necip Fazıl’ı fazlasıyla cesaretlendirmiştir.
Türk edebi yazınında ahşap ev metaforunun karşısında “eski ev mezar, apartman beşik” sloganıyla apartmanın zaferiyle başlayan imgesellik, sonrasında sıra “kübik”e geldiğinde de benzer bir kurguyla dillendirilmiştir. Tabi ki, Necip Fazıl’ın şehri galizliğe uğratan unsurların en başına koyduğu kübik mimari için eleştiri kaynağının şiddetini anlama noktasında bahsi geçen eleştiriler, hem tarihsel uzantılarıyla hem de algısal boyuta noktasında ipuçları barındırmaktadır.
Necip Fazıl’ın edebi yazınında metoforik bir şekilde imgesel içeriğiyle resmedilen “kübik” , neredeyse şehrin her safhasına girmiş pervasızca ayak basmış, ruhuna neşter vurmuştur. 1942 yılında kaleme aldığı Boğaziçi adlı makalesinde, “Allahım! beni evimden dışarı çıkarma da, az ıstırap çekeyim!” ... diyerek bu mimariyle yüzyüze gelmekten duyduğu sancıyı dile getirir. Yine galizliği def-i fesat etmek için cesaretle “kübik”için söylenecek ne varsa eksiksiz söylemekten de kaçınmaz. 1973 yılında kaleme aldığı Ev ve Sokak adlı yazısında ise her birinin nefes kokusunu duyacak kadar insanları burun buruna getiren apartmanları, sefertasına benzeterek, komşuluğu kökünden kurutan mahkum hücreleri olarak tasvir eder. O, sadece makalelerinde bu savaşı vermemiş aynı zamanda çatışma ortamı bağlamında konu onun piyeslerinde de işlenmiştir. Örneğin, bu yazılarında, asıl ev olan Osmanlı ahşap konutunu dejenere ederek şehre nüfuz eden kübik inşalar, “yeni nesil” sahtekârlığının zuhuru olarak gösterir. Özetle, Necip Fazıl için, şehir selamete, yani kurtuluşa, korku ve endişeden uzak emin konumuna geri dönecekse mezarlıklara kadar sirayet etmiş kübika dan kurtulunması gerekmektedir. O tıpkı Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara Romanın kahramanı Selma’nın kübik evi, terkedişindeki sahneyi hatırlar gibidir: Selma’nın kocasına “ben bize verdiğiniz “courtisane” hürriyetini istemiyorum,” reddiyetinin şehir hayatında bir inşa kültürü ve yaşama arzusuna dönüşeceği umuduyla kalemini hep aynı yörünge de tutar. Dahası o milli mimari üstadı Vedat Tek’in biraz ürkek bir tavırla “Kübik inşaat hakkında ise, sadece, bir inhitattır derim. Evet, zevkte ve sanatta inhitat” sözünü duyar gibidir. Ancak o, Vedat Tek gibi basitçe geçiştirmez. Boğaziçi yazısında belirttiği gibi “Tarihten evvel yaşayan efsanevi bir hayvan iskeletine dönmüş, kuru, pörsük, çökük, eski ve güzelim yalılar…”ın yerine “Eski ve oyalı bir mendilde bir gözyaşı lekesi gibi uzak, çok uzak bir hatıra ifadesine bürülü bu birkaç yalının arasında, aynı mendilin iğrenç sümük lekeleri yani kübik inşalar” için ne kadar acı bir son varsa o yaşatılmalıdır:
Not: Bahsi geçen Necip Fazıl Kısakürek yazıları Necip Fazıl Kısakürek , İstanbula Hasret , derleyen: Mehmed Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, 1.Basım Mayıs 2005 adlı eserde toplanmıştır.