Oturduğu yerden kalktı.
Numune Hastanesinin tepesinden bugün bir boşluğa kapı olmuş Şifaiye, Buruciye ve Çifte Minareli medresesinin çerçevelediği alana şöyle bir baktı.
Dönen bir topacın derli topluluğu gibi merkezini bulmuş Kale Camii, İdadi binasıyla selamlaşmak için sırtını camiye bitiştirmiş Tan sineması, inci takı setleri gibi birbirine nazire yapan üç medrese, şehrin göbeğinde bağdaş kuran Halk evi binası, Osmanlı’nın en güzel köşe binalarından biri olma iddiasını hiçbir zaman elden bırakmayan Jandarma binası, kitabesi olmadığı için şikayet eden ama şehrin batı ufkunu en iyi gören Hükümet konağı ama hepsi, hepsi, şairin de dediği gibi, susmak bir şivedir edasıyla şehrin mekan hafızasını doldurmayı ihmal etmemişlerdi.
Modernin çalar saatinin artık şehrin her tarafından duyulduğunu hisseden genç mimar, bir taraftan da yüzyıllarca sırlarını saklayan tarihi anıtları ve de onlarla komşu olma gururunu taşıyan mimari düzenekleri okumanın mesleğine sağlayacağı katkıların farkındaydı.
Nerelere nasıl binalar konduracağını hayal etti. Kendi kendine; uyan hadi kelebek yolumuz uzun diye mırıldandı. Şehre gölgesinde hayal kuracağı çok zaman olacaktı.
Ama maalesef işler, hiç te umduğu gibi gitmedi.
Mesleğinin ilk yıllarında Sivas’ın köylerinde, bir sınıflık yeni okul seferberliğinde, ardından da Sivas askeri bölge komutanlığında mimar olarak çalıştı. Sivas’ta Vakıf İş Hanı’nın da kontrol mimarlığı, Turhal Şeker Fabrika ‘sının elemanlarının kurduğu kooperatifin ise hem mimari projesini çizdi hem de kontrol mimarlığını yaptı.
Ancak bir türlü kendini ispat edeceği bir tasarım işi gelmemişti.
İstanbul’a tekrar geri dönmesi gerektiğini düşünüyordu ki, o yıllarda Özden Oteli yapılmasına karar verildi. Mesleki bilgim eksik olabilir diye İstanbul’a gitti. Araştırmalar yaptı. Çünkü bu işe çok inanmıştı. Son şansıydı.
Fakat akrabası da olan Halim Özden, inşaatı ben kendi bildiğim gibi yapacağım dedi ve Ankaralı bir mimara çizdirdi projeyi.
Mimar Şevket Özden yıkılmıştı.
Bu olay onu çok üzdü.
Arkadaşı Hamdi Şensoy’a verdiği sözü tutmak için, çok çaba sarf etse de şansı yaver gitmemişti.
O, eşsiz alçak gönüllüğü ile şehrin mekan hafızasını dolduracak mimari arzularını yıkıntı duvarına yasladığının farkındaydı.
Ve Sivas defterini kapattı.
Bunun üstüne İstanbul’a taşındı ve serbest mimarlık yapmaya başladı.
İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü İnşaat Dairesinde 1957-1960 arası 3 sene mimar olarak görev aldı.
1961 yılı başında Vakıflar Müdürlüğünden ayrılıp serbest mimar olarak çalışmaya başladı.
Memleketi Sivas’ta bina yapma hayali suya düşen mimarın, İstanbul’daki ilk tasarımı, Sirkeci’deki Nakipoğlu İş Hanıdır Gazeteciler Cemiyet binasının ise kontrol mimarlığını yaptıktan sonra uzun süre kooperatif müteahhitliği yapmıştır. Meslek hayatının en önemli aralığı ise, özel hastaneler projelerinin ilk başladığı 1980-90 li yıllar dönemidir. O dönemde İstanbul’da 5, Kayseri’de 1, Bodrum’da 1, toplam 7 özel hastane yapmıştır.
Numune Hastanesi 2018’de yıkıldı.
Kızılırmak Okulu 2019’da yıkıldı.
Yüksek Mimar Şevket Özden’in Sivas’tan ayrılmasına sebep olan Akgül(Özden) Otel’i tam da onun vefatının (25 Aralık 2020) ardından 2021’in başında yıkıldı.
Mimar Şevket Özden’e verilmeyen tasarım işi ve yüreğini sızlatan acı, Mimar Şevki Balmumcu’nun acısına benzer. Balmumcu’nun 1933 yılında yarışma projesinde birincilik elde ettiği sergi evi öz halinden oldukça farklı bir mimari tasarım ile mimar Paul Bonatz tarafından 1946-1948 yılları arasında Opera Binası’na dönüştürmüştür. Mimar Balmumcu’nun acısı Türk mimarlığında çokça dile getirilen bir hadisedir.
Bu benzetmeyi yaptık, ancak şunu da söylemeliyiz.
Tutkulu mimarımız Şevket Özden, her ne kadar Akgül Oteli tasarlayamamanın acısını yürekten hissetse de, eminiz ki, ortaya çıkan işi beğeniyordu.1956 yılında yapımı biten binaya şehrin emektar ustalarından Todor Usta’nın eli değmiştir. Yine iç dekorasyonun ahşap işlerinde de Agop Usta’nın hünerleri vardı. Keşke Şevket Özden, otelin tasarımını yapan Ankara’lı mimarın kim olduğu bilgisini verseydi. Onu da anardık.
Evet 1950’li yılların ortasında şehre gölgelerini düşüren Numune Hastanesi, Kızılırmak Okulu ve Akgül Oteli artık yok. Üçünün de maalesef mimarlarının kimler olduğunu bilmiyoruz. Ondan daha acısı bu binalar artık yok.
Kitapları altını bilhassa çizerek okunmasını tavsiye eden Mimar Şevket Özden ruhun şad olsun.
Umarız, kitap okuma önerini şehrin kültürel hafızasında yer etmiş binaları okumak için de kullanırız. Sırf taş olmadığı için mimari yapıt senetleri geçersiz sayılan, şehrin gelecek senaryolarında kuyruğa bile sokulmayan o kadar çok bina yıkılmaya hazır ki…